islamilminfazileti
  EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN “HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (59)
 
HÂTEM-İ VELİ

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (1)


EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (59)

 

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (1)

 

HAYÂTI ve ESERLERİ:

Tasavvuf târihinde "Fusûsu’l-Hikem"in ilk şârihi olarak tanınan ve Sadreddîn-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin en gözde talebelerinden olan Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin hayâtı hakkında, kaynaklarda yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. "Nefhatü’r-Rûh" isimli eserinin giriş kısmında, bizzat kendi dilinden naklettiği kısa hâl tercemesi dışında, hayâtı ile ilgili ayrıntılı bir bilgi yoktur.

Türkistan’a bağlı beldelerden biri olup, günümüze yalnız kalıntıları ulaşan Cend şehrinde, 1230 (H.628) yılında dünyaya gelen Hazret; zâhirî ilimlerde yüksek bir seviyeye ulaştıktan sonra, tasavvuf ehline ve seyr-ü sülûk yoluna büyük bir ilgi duymaya başlamıştır.

"Nefhatü’r-Rûh" kitabında ifâde ettiğine göre; onun tasavvufa duyduğu merâka; babası, hanımı, dostları ve hocaları şiddetle karşı çıkıp, onu yolundan döndürmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Hazret ne yapması gerektiğini bizzat Allah-u Teâlâ’dan öğrenmeyi murâd ederek, çâreyi istihâre yapmakta aramış; nihâyet rüyâsında babaların, oğulların, eşlerin ve akrabâların; Allah’tan, Resûl’ünden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili olmadıklarını beyân eden, Tevbe sûre-i şerîf’inin 24. Âyet-i kerime’si ile karşılaşmıştır. Derhâl hanımını boşayan ve akrabâlarından ayrılan Hazret; önce Hacc farîzasını yerine getirmiş, sonra da bir vesîle ile Konya’ya giderek, orada karşılaştığı Sadreddîn-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne intisab etmiştir. Kırk gün halvete çekilip erbaîn çilesini tamamladıktan sonra, on sene kadar üstâdının hizmetine devâm ederek; tasavvuf ve seyr-ü sülûk yolunda büyük bir mesâfe katetmiştir.

Sadreddîn-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin vefâtından sonra Konya’dan ayrılıp Bağdat’a giden ve orada Mehdî’lik dâvâsı güden bir sapıkla sıkı bir mücâdeleye girişen Hazret, burada bâzı sıkıntılar yaşamış ve büyük zorluklarla karşılaşmıştır.

Tabâkat kitaplarında zikredildiğine göre, 1291 (H.691) senesinde burada vefât etmiştir.

Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri, tasavvuf yolunda Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin meşrebi üzere yürümüş; hattâ şeyhinin emir ve işâretiyle, Hazret’in "Fusûsu’l-Hikem" ve "Mevâikü’n-Nücûm" kitaplarını şerhetmiştir. Tasavvuf târihinde "Fusûsu’l-Hikem" kitabı'na ilk şerhi o yazmış olup; diğer Fusûs şârihleri kendilerine onun şerhini kaynak edinmişlerdir.

Ümmetin iki Hâtem’inin zevk ve meşreblerini ele aldığı "Ezvâk-ı Hatmeteyn" ile; "Nefhatü’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütûh", "Hülâsatü’l-İrşâd ve İrşâdü’l-Hülâsa" ve "İksirü’l-Kemâlât"; Hazret’in müstakil olarak te’lif ettiği diğer önemli eserleridir.

 

"HÂTEMÜ’L-VELÂYE" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI:

Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin "Fusûsu’l-Hikem"inin ilk şârihi olarak târihe geçen ve bilhâssa nübüvvet, velâyet ve "Hâtemü’l-velâye" hakkındaki beyanları ile Tasavvuf ehli arasında büyük bir alâka gören Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Nefhâtü’r-Rûh" isimli eserinde bu hususla ilgili gâyet mühim açıklamalarda bulunduğu gibi; ümmetin iki Hâtem’inin zevk ve meşreblerini tahkîk etmek için "Ezvâk-ı Hatmeteyn" isminde müstakil bir eser dahî yazmış; ancak bu eser ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır.

O’nun Hâtemü’l-evliyâ hakkındaki en mühim ve esaslı açıklamaları "Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Cendî" isimli eserinde yer almakta olup; ondan sonra gelen tüm Fusûs şârihleri "Hâtemü’l-velâye" sırrını onun ıstılâhlarıyla çözerek, onun açtığı nûrlu izi tâkip etmişlerdir.

Nitekim Seyyid Ali el-Hemedânî, Rükneddîn eş-Şirâzî, Abdullah-ı Bosnavî -kuddise sırruhum- gibi zevât-ı kirâm başta olmak üzere; hemen hemen her Fusûs şârihinin beyanlarında, onun şerhinden iktibas edilmiş cümlelere rastlanmaktadır.

 

"Hâtemiyyet" Kemâlinin Muhtevâ ve Mâhiyeti:

Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Cendî" adlı eserinde; zâhir yönünü Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın, bâtın cihetini ise Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın temsil ettiği "Hâtemiyyet" kemâlinin muhtevâ ve mâhiyetini inceden inceye tahkîk ederek; yakın, hâkim ve doğrudan doğruya ilâhî desteğe dayanan bu velâyetin, mukarreb meleklerin giremediği ve diğer nebî ve resullerin erişemediği, Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın has velâyetinden ibâret olduğunu haber vermiştir:

"Hâtemü’l-enbiyâ mişkâtı, Hâtemiyyet’e has kılınan şer’î nübüvvetten ibâret olduğu gibi; Hâtemü’l-evliyâ mişkâtı da velâyet-i hâssa-i Muhammediyye’den ibârettir. Bu ise, Hâteme’n-nebiyyîn’in meydana gelmesi için gerekli olan bu makamda, Resul’ü için Allah tarafından, zât-ı husûsiyetiyle yalnız ona -sallallahu aleyhi ve sellem- tahsis edilmiştir. Zîrâ bu, bütün peygamberlerde ondan ayrı bir sûreti resmeden farklı farklı nübüvvetlerin toplanıp biraraya gelmesi demektir. Nübüvvet velâyet’in zâhiri, velâyet de onun bâtını olduğu için; onları toplayıp birleştiren sûret de Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-den başkası değildir.

Nüvüvvet; ümmeti ile Allah arasında Peygamber’e tahsis edilen haberden ibâret olup, Allah-u Teâlâ ile onlar arasında vâsıta olması nedeniyle, buna nisbetle; ümmetin Allah’a kendisiyle vâsıl olduğu ‘Vesîle’ (ismiyle) isimlendirilmiştir. O’nun velâyet’i ise, Allah ile Peygamber arasındaki, arada vâsıta bulunmayan haberleşmeden ibârettir ki; ona da ‘Fazîlet' ismi verilmiştir.

Nitekim onu, ezana karşı;

‘O’na Vesîle’yi ve Fazîlet’i ver!’ dedirtmek sûretiyle, kendisine her iki derecenin de verilmesiyle ilgili bir isteyişle ümmetine arzetmiştir.

Peygamber Aleyhisselâm’ın ümmeti üzerine ‘Fazîlet’i; Peygamber Aleyhisselâm’la Rabb’i arasındaki, arada herhangi bir vâsıta bulunmayan bu haberleşme sebebiyledir. O bu âlî nisbet nedeniyle Allah’tan almış ve Allah, onun üzerine gerek kendi hikmetini, gerekse kendisi hakkındaki ilâhî hikmetin hükümlerini indirmiştir.

Allah’ın, kendinden verdiği birtakım haberlere göre haberlerine me’mur etmesiyle; her peygamberin ümmetini Allah’tan haberdâr etmesi ve bir peygamberin velîden daha düşük olabilmesi buna göre gerçekleşir. Zîrâ herhangi bir peygamber nübüvvetini ve şerîat hükümlerini ancak velâyetiyle elde edebilir; fakat her velînin peygamber olması gerekmez.

Yakîn, hâkim ve doğrudan doğruya ilâhî desteğe dayanan Velâyet’in hakîkati, Peygamber Aleyhisselâm’ın;

‘Benim Allah ile öyle bir vaktim olur ki, oraya ne yakın bir melek sızabilir; ne nebî, ne de resûl sokulabilir.’ şeklinde beyan buyurduğu; aradan vâsıtanın kaldırıldığı, yakınlık derecelerinin nihâyetidir.

Peygamber Aleyhisselâm’ın ‘Nübüvvet’i ancak, kendisine vahyi ulaştıran bir melek vâsıtasıyla meydana gelir. Allah’ın, Resul’ü -sallallahu aleyhi ve sellem- adına meydana getirdiği ‘Velâyet kandili’ ise; ondaki taayyünün kendisine ilkâ edildiği ilâhî bir tahsîsin meydana getirilmesiyle gerçekleşir ve ona da ‘Hâtemü’l-evliyâ mişkâtı’ adı verilir.

Şeyh(ü’l-ekber)’in ‘Resuller bu ilmi görmek istedikleri zaman ancak Hâtemü’l-evliyâ mişkâtından görürler.’ sözünün mânâsı işte budur." (Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 134b-135a yaprağı.)

 

Velâyet ve Yakınlık Sırlarının
Müşâhade Edildiği Kaynak:

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Cendî" adlı eserinin başka bir noktasında; nebî ve resullerin velâyet ve yakınlıkla ilgili sırları Hâtemü’l-evliyâ mişkâtından müşâhade ettiklerini, dolayısıyla velîlerin de onu ancak bu mişkâttan müşâhade edebileceklerini beyan buyurmuştur:

"Allah-u Teâlâ resullere ve nebîlere, bilhâssa velâyet ve yakınlığa mahsus olan ilim ve sırları müşâhade ettirirken; Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e has kılınan velâyet cihetinden, yâhut umûmî velâyet cihetinden müşâhade ettirir.

Nitekim Hızır Aleyhisselâm Mûsâ’ya;

‘Ben, Allah’ın bana kendi ilminden öğrettiği bir ilim üzere yürüyorum ki, sen onu bilmezsin! Allah’ın sana öğrettiği ilmi de ben bilmem.’ buyurmuştu. (Buhârî)

Yâni bizden herhangi birimiz, mertebe ve makam tâyini ile zuhûr edebilen şeylerin hepsine erişebilmiş değiliz.

Peygamber, ilâhî hikmetlerden kendisi için elde etmeye güç yetirebildiği herhangi bir şeyi, velâyeti cihetinden üç konum üzere elde eder: Ümmet dışında, yalnız kendisine tahsîs edilen hikmet, içine ümmetin de ortak olduğu hikmet ve onun dışında, ümmetin yalnız kendisine tahsîs edilen hikmet. İşte bu hikmetleri bir peygamber ancak velâyet mişkâtı yönünden elde edebilir.

Peygamberle halk arasına nisbet edilen 'Nübüvvet’ kesilmiştir. Bu kesilme nedeniyle, Resulullah’tan sonra herhangi birine şeriat kurmak için meleğin inmemesi şeklinde bir mânâ uzak olmayıp, bu şerîata ebediyyen muhâlefet edilemez.

Şu kadar var ki, velâyet’in kesilmesi mümkün değildir. Allah’tan alındığı, ilkâ edildiği, tecellî ve tâlim edildiği, öğretildiği ve ilhâm edildiği için; Allah kendisini ‘Nebî’ ve ‘Resul’ diye isimlendirmeyip, ‘Velî’ ve ‘Hamîd’ diye isimlendirdiği için, O’nun velîlerinden kesilip bitmesi ebediyyen mümkün olmaz.

En ulu müşâhadeye dâir, resullerin ve nebîlerin dahî üçüncü bir gözle görebildiği ve ancak bu şekilde zikredilebilen bu sır, başka biri için yalnız Hâtemü’l-velî mişkâtından meydana gelebilir; velîlerin de onu ancak bu mişkâttan müşâhade etmeleri îcâb eder. İyi anla!.." (Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 135a-135b yaprağı.)

 

Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhisselâm’ın
ve Hâtemü’l-Evliyâ Olan Zâtın Desteği İle Yazılan Kitaplar:

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Cendî" isimli eserinde Hâtemü’l-evliyâ meselesi hakkında son derece mühim sırlara yer verdiği gibi, "Nefhatür’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütûh" isimli eserinde de yeri geldikçe ondan sözetmiş; hattâ bu eserde yazdığı kitapların hepsini, Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın ve Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın desteği ile yazdığına dikkati çekmiştir.

Kitabının giriş kısmında;

"‘Hülâsatü’l-İrşâd ve İrşâdü’l-Hülâsa’ adlı eserimi, ‘İksirü’l-Kemâlât" adlı kitabımı ve diğer eserlerimin hepsini, Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın ve Hâtemü’l-evliyâ’nın (feyiz ve kemâlâtı) sâyesinde elde ettim." ("Nefhatür’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütûh"; s.29)

Buyuran Hazret’in, burada neşredilen "Fusûsu’l-Hikem Şerhi"ndeki ifşâat ve beyanlarını da, ümmetin bu iki Hâtem’inin feyiz ve kemâlât denizinden akseden nûrlarla te’lif ettiğinde şüphe yoktur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 720 ziyaretçi (879 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol