islamilminfazileti
  EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN “HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (89)
 
HÂTEM-I VELI

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh-


EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (89)

 

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh-

HAYATI ve ESERLERİ

İlk "Fusûs" şârihlerinden olan Şeyh Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hayatı hakkında mevcut kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Doğum ve vefât tarihleri tespit edilemeyen Hazret'in, günümüze intikâl etmiş olan her iki eserindeki üslûbu ve tasavvufî meselelere yaklaşım tarzı, onun Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne ve "Ekberiyye" meşrebine duyduğu sevgi ve hayranlığı açıkça nüksettirmektedir. Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem"deki gizli mânâları açmak maksadıyla yazdığı ilk kapsamlı şerhten sonra, Tasavvuf ehli arasında ikinci müstakil şerhi onun yazdığı tahmin edilmektedir.

Müellifin en önemli eseri olan "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs" adındaki bu "Fusûs" şerhi, "Fusûsu'l-Hikem"in tamamının değil, yalnız Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ve Şît Aleyhisselâm'a verilen hikmetlerle ilgili olan ilk iki "Fass"ının şerhidir. Küçük bir hacme sahip olan, fakat içinde "Hâtemü'l-velâye" ile ilgili mühim sırlar taşıyan bu eşsiz eserin bilinen tek yazma nüshası, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Arapça yazmalar koleksiyonunda kayıtlıdır.

"Külletü'l-'Ukûl 'an Ma'rifetü'l-Vusûl" adlı eseri ise risâle hacminde olup, "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs"la aynı mecmuânın içinde, ikinci sırada yer almaktadır.

 

"HÂTEMÜ'L-VELÂYE" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI

"Fusûsu'l-Hikem"in ilk şârihlerinden olan Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs" adlı eserinde, "Hâtemü'l-velâye" ile ilgili karmaşık meselelere şüpheleri izâle edici izahlar getirmiş; hattâ bununla yetinmeyip, tasavvufla ilgili diğer meseleleri de hep "Hâtemü'l-velâye" mevzusu çerçevesinde değerlendirmiştir.

 

"Hâtemü'l-Velâye" Sırrına Mazhar Olan
İnsan-ı Kâmil'in Kuşattığı İnci:

Şeyh Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs" isimli eserinde, "Hâtemü'l-velâye" sırrına mazhar olan İnsan-ı kâmil'in gözkamaştırıcı bir inciyi ihâtâ ettiğini haber vererek şöyle buyurmuştur:

"Hâtem'in mânâsıyla kastedilen; İnsan-ı kâmil olan bir âlim ve gözkamaştıran bir incidir. Mülkü; kendisiyle Hâtemü'l-velâye sırrının zuhûrlarının en yücesindeki nakşın murâd edildiği âlemdir."

"İnsan-ı kâmil 'Zât' ile mevcûd olunca, o âlemin 'Vücûd'la isimlendirilişinin, kendisinin de 'Mevcûd'la isimlendirilişinin zuhûr ettiği yerdir. Hâtem'in göz kamaştırıcı bir inciyi ihâta ettiğinde şüphe yoktur. Şu hâlde Hâtem'in ihâtâ ettiği 'İnci' nasıl olur?

Meleklerin itirazı işte buradan kaynaklanmıştır. Mülk âlemden bir cüzdür ve o, âlemin kuşatması altındadır. Onun halka yaptığı itirâz, işin aslında Hakk'a yapılmıştır. Bâtınen O'nunla tahakkuk etmiş olmak şartıyla, en üstün tahakkukun yaratılmış olanda gerçekleşeceğinde şüphe yoktur. Şu kadar var ki, bâtın onu gizlemiş ve mülkle ilgili yanlış söz de buradan meydana gelmiştir. Allah'ın hücceti işte onunla kâim olur.

Hâtem nasıl ki inciyi ihâtâ etmişse; 'Zâhir' isminin ihâtâsı da, onun 'Vücûd'la âlemi ihâtâ etmesidir. İnsan-ı kâmil'in âlemi ihâtâsına gelince; kendisindeki cevher nedeniyle tıpkı Hâtem'in inciyi ihâtâ etmesi gibi, öylece ilmi ihâtâ etmektir. Zîrâ Hâtem'in üzerindeki onun şerefi ve onun ziyâsının kuvvetidir." ("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 15b-16a)

 

Hâtemü'r-Rüsul'ü Mîraç'ta Öne Geçiren Velâyet'in,
"İlmullah"a Mazhar Olan Ârifteki Tecellîsi:

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs"un başka bir noktasında Hâtemü'r-rüsul'ü Mîraç'ta öne geçiren şeyin "Hâtemü'l-velâye" olduğuna işâret etmiş; bu velâyetin, âriflerden "İlmullah"la desteklenen bir kimseye daha tevdî edildiğini haber vermiştir:

"Âriflerden birinin makâmı hakkındaki bu üstünlük, zihnindeki kuvvetle ve keşfinin kendisine hükmetmesiyle bir tahsise sâhip olup, Mîrâç'ta onu ileriye geçiren velâyet-i Muhammediyye'nin Hâtem'inin iktizâsı olan ibârenin, zihinde zâhiren meydana getirdiği şeyin dışında anlaşılamaz. Zîrâ bu, Hakk'a mutâbık bir keşif karşılığında, Ömer'in Ebu Bekir üzerine -radıyallâhu anhümâ- Bedir esirleri hakkında hükmettiği şeye nisbetle tahsis edilmiştir ki, konuşma ilmi bakımından 'İlmullah'; yâni 'Allah'ın ilmi' hakkında âriflerden biri için de aynı şey geçerlidir." ("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52a)

 

"Kâf" Harfinin Sırrı, Hâtemü'r-Rüsul ve
Hâtemü'l-Evliyâ'ya Verilmiştir:

Velîlerin sonuncusu olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, Allah'ı bilen âriflerin en üstünü olduğuna dikkati çeken Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri, onun tâbî olduğu Hâtemü'r-rüsul'le birlikte, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye vâsıl ve "Kâf" harfinin sırrına mazhar olduğunu ifşâ ederek, "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs" adlı eserinde şöyle buyurmuştur:

"O, O'nu başka bir şeyle değil, kendi nefsiyle bilir. Allah'ı bilmenin en üstünü işte budur (ve bu) velîlerin hakîkatlerini tasvir eden Hâtem'e müyesser olmuştur. Dolayısıyla Allah'ı bilenlerin en üstünü de odur. Bu ilim, Hâtemü'r-rüsul ve Hâtemü'l-evliyâ'dan başkası için geçerli olamaz. Hâtemü'r-rüsul'ün Hâtemü'l-evliyâ'dan daha önde olduğu husûsunda, Hâtemü'l-evliyâ'nın 'tâbi'' olması bir işârettir. Hâtem yalnız iki olduğu için, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye ancak onlar vâsıl olmuşlar ve kendilerine 'Kâf'ı müşâhade ettiren 'Kâf' harfinin sırrına yalnız onlar vâkıf olmuşlardır." ("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52b-53a)

 

İlmi 'Kâf' Harfinden Çıkarılan ve
Hâtemü'r-Rüsul'ün "İhvân"ı Olan
"Ezelî İnsan"ın Hakîkati:

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri yukarıdaki beyanlarının hemen ardından, tıpkı Hâtemü'r-rüsul gibi ilmi "Kâf" harfinden çıkarılan Hâtemü'l-evliyâ'nın da; "Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim." sözünü söylemeye salâhiyetli, ezelî bir insan olduğuna işâret etmiş ve onun Resulullah Aleyhisselâm'ın "İhvân"ından, nefsini görmeyen bir kişi olduğunu haber vermiştir:

"Nebîlerden, resullerden ve onların dışındakilerden herhangi biri (bu sırrı) ancak, hakîkatlerin hakîkati ve ilmi 'Kâf' harfinden, mişkâtı ise ilk Nûr'un kandilinin içinden olan Hâtemü'r-rüsul'ün mişkâtından görebilir. O kadîm (ilk) insan sınıflarının ezelîsi olarak takdir edilmiş, bildirilmiş olan insandır ki, kendisinden:

'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' diye sözetmiştir.

Onun mişkâtından iktibasta bulunanlarla ilgili olan bu sözü, onun 'İhvân'ından (kardeşlerinden) başkası söyleyemez. Onlardan biri kendi nefsini görmez ki, o da, ondan başka bir 'Kadîm' (ezelî) insandır. Onlar kısa bir dille o, uzun bir dille ondan başkası olmuşlardır. Onlara 'Hakîkatü'l-Muhammediyye'nin cüzleri', belki de 'O'nun sûretinin âzâları' denilir. O ise, kendisiyle tamamlanan bu sûretin kalbidir. İşte ilmi 'Kâf' harfinden vâr edilen Velâyet-i Muhammediyye'nin 'Hâtem'i de aynen böyledir." ("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53a)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 104 ziyaretçi (163 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol