islamilminfazileti
  EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (116) Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise
 
HÂTEM-I VELI

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh-


EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (116)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh-

 

HAYATI ve ESERLERİ

20 Eylül 1207 tarihinde Afganistan'ın Belh şehrinde dünyaya gelen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri, Tasavvuf tarihinde eşine ender rastlanan mümtaz ve müstenâ âriflerdendir.

Mevlâna -kuddise sırruh- Hazretleri'nin babası Bahâüddîn Veled, derin bir ilme sahip olduğu için Belh şehri çevresinde "Sultânü'l-'ulemâ" diye anılır ve halk tarafından büyük bir sevgiyle karşılanırdı. Bu durum zamanın hükümdârı Muhammed Harzemşâh'ın kulağına kadar gidince, kendisine şehrin anahtarlarını göndermiş ve üstü kapalı bir biçimde şehri terketmesini istemişti. Hükümdârın bu tavrından son derece rahatsız olan Sultan Veled, büyük bir gönül kırgınlığı ile oğlu Celâleddîn'i yanına alarak Belh şehrinden göç etti ve Nişabur'a yerleşti. Muhammed Harzemşâh, yaptığı yersiz davranıştan dolayı pişman olmuş; ancak Bahâüddîn Veled'in oğluyla birlikte hicretinden altı ay sonra, Tatar hükümdârı Cengiz Han tarafından ülkesi yağmalanarak, saltanatı yerle bir olmuştu.

İlk tahsilini Nişabur'da gören ve burada büyüyerek gençlik devresine erişen Celâleddîn, büyük sûfî Ferîdüddîn Attâr -kuddise sırruh- Hazretleri ile tanışmış ve genç yaşta onun sevgi ve teveccühünü kazanmıştı. Bu görüşme, Nişabur'dan Bağdat'a hicret edinceye kadar devam etmiş, daha sonraki yıllarda bu derin sevgi ve muhabbet bağı, Bağdat'ta karşılaştıkları Şihâbüddîn Sühreverdî -kuddise sırruh- Hazretleri ve Şam'da ziyaretine vardıkları Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin desteğiyle daha da güçlenmiştir.

Şam'dan sonra Karaman'a gelerek, burada yedi yıl ikâmet eden Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri, Selçuklu sultanı Alâeddîn Keykûbâd'ın dâveti üzerine Konya'ya gelerek buraya yerleşti. Hayatının önemli bir kısmını Konya'da geçiren ve gizli gönül erlerinden Şems-i Tebrizî -kuddise sırruh- Hazretleri ile uzun müddet başbaşa kalıp sohbet eden Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri, burada büyük bir mânevî kemâlâta erişti.

Konya'da kurduğu âsitânede uzun yıllar zikir ve semâ törenleri düzenleyerek, müslümanların gönlüne Allah sevgisini ve tasavvuf aşkını yerleştiren Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri, Osman Gâzî'nin babası Ertuğrul Gâzî'yi zaman zaman huzuruna kabul etmiş; hatta bir defasında ona, küçük oğlu Osman'ın ileride büyük bir devlet kuracağını müjdelemiştir. Saâdetle dolu mübarek ömrünü Konya'da tamamlayan büyük velî, 1273 milâdî yılında ebedî âleme göçerek, âsitânesinin yanıbaşında inşâ edilen türbesine defnedilmiştir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin en meşhur eseri "Mesnevî" olup, aşk ve vecd hâlindeyken söylemiş olduğu Farsça beyitlerden meydana gelmektedir. Eserin ortaya çıkmasında, çok sevdiği halifelerinden Hüsâmeddîn Çelebi'nin çok büyük emeği olmuştur. Sabah-akşam her yerde sünûhât gelip coştuğunda o söyler, Hüsâmeddîn Çelebi yazardı. Aşk ve vecd ile bu işe öylesine girmişlerdi ki, bâzı geceler sabahladıkları bile olurdu. Çelebi Hüsâmeddîn yazılan beytleri yüksek sesle, vecd içinde Hazret'e tekrar tekrar okur, birlikte yeniden tetkik ederlerdi. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri ile Hüsâmeddîn Çelebi'nin beş yıllık berâberliklerinin en büyük yâdigârı olan "Mesnevî", altı cilde varan büyük bir hazîne olarak Tasavvuf şâheserleri arasındaki yerini almıştı.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mesnevî"nin dışında, "Fîhi mâ Fîh", "Mevâ'izu Mecâlisü's-Seb'a" ve "Mektûbât" gibi söz ve sohbetlerini ihtivâ eden eserlerinin yanında, "Dîvân-ı Kebîr" adını taşıyan manzum bir eseri daha vardır ki; üslûp, nükte ve heyecan bakımından "Mesnevî"den farkı yoktur.

 

"HÂTEMÜ'L-VELÂYE" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI

Tasavvuf târihinin yetiştirdiği mümtaz ve müstesnâ simâlardan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, en meşhur eseri olan "Mesnevî"sinde yer alan dört önemli ifşaatı size daha önce arzedilmişti.

Bunlardan birinde Hazret, Hâtemü'l-velâye nûrlarının yeniden zuhûrunu Hazret-i Muhammed Mustafa Aleyhisselâm'ın yeniden gelişine benzeterek, herkesin ona iman etmesi gerektiğini bildirmiş; diğerinde derecesi peygamberlerden sonra gelen, ancak halktan gizlenen bir tâifenin bayraklarını her tarafa dikip, halkı "Gel!" diye O'nun yoluna çağıracağına işaret etmiş; bir başka ifşaatında Hâtemü'l-enbiyâ'yı "Can mumu"na benzeterek, o mumlardan yüzlerce mum yakılsa bile, Hâtemü'l-evliyâ'yı temsil eden "Son mum"u görenin, "İlk mum"u ve geçmişteki bütün mumları görmüş sayılacağını ifâde etmiş; nihâyet son ifşaatlarında ise kötülük tûfânının dünyayı saracağı âhir zamanda ancak, Ömer'in nûruna ulaşan ve onun Nûh Aleyhisselâm'ın gemisine benzeyen yoluna uyanların kurtulacağını haber vermiştir.

Şimdi de onun, yine bir sır ve esrâr hazînesi olan "Mesnevî"sinden; "Hâtemü'l-evliyâ"nın Hakk tarafından teyid gören vazifesini ve bu vazifesini icrâ etmede gösterdiği şecâat ve cesâreti ortaya koyan, hakikatleri söylerken hiç kimsenin kınamasından korkmadan ve çekinmeden konuşacağını vurgulayan başka bir ifşaatlarını arzedeceğiz.

 

Çekinmeden, Korkmadan Konuşmasına Devam Eden
"Kâmil İnsan"

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ'nın âhir zamandaki vazifesine ve muhteşem fiillerine asırlar öncesinden nazar ederek; yalnız Allah nâmına hareket eden bu zâtın hiç kimsenin tehdit ve kınamasından korkmadan, hakikatleri büyük bir cesâretle, açık bir dille halka telkin ve tebliğ edeceğini "Mesnevî"sinin 3613-3615. beyitlerinde açıkça ifşâ etmiştir:

"Ne mutlu o Türk'e, yani kâmil insana ki; çekinmeden, korkmadan konuşmasına devam eder ve atını ateşle dolu hendekten sıçratıverir. Yani ölümü (bile) göze alarak, çok tehlikeli bir iş olan hakikatleri söylemeyi başarır.

O, heyecanla, İlâhî aşkla atını öyle bir hızlı sürer, öyle şahlandırır ki, onu ötelere, göklerin üstüne çıkarmayı düşünür!

O yalnız Allah'ı düşünür. Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur; ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da…" ("Mesnevî Tercümesi", s. 286, trc.: Şefik Can)

Çünkü onu O göndermiş ve vazifesini ona O ilham etmiştir.

O'nun desteği ile hareket ettiği için artık onun gözü hiçbir şeyi görmez. Hakikatleri söylerken Allah ve Resul'ünün hoşnutluğunu ve rızâsını gözetir, yalnız onlar için hareket eder; bu hakikatleri halkın beğenip beğenmemesi onun umrunda bile değildir. Çünkü onun işi Hakk iledir, halk ile değil!..

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 12 ziyaretçi (20 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol