islamilminfazileti
  EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (138) Şeyh Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ -
 
HÂTEM-I VELI

Şeyh Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ -kuddise sırruh- (1)


EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (138)

Şeyh Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ -kuddise sırruh- (1)

 

HAYATI ve ESERLERİ

Hayatı hakkında tasavvufî kaynaklarda ve tabâkat kitaplarında herhangi bir bilgiye rastlayamadığımız Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ bin Ahmed -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, hangi asırda ve nerede yaşadığı hususunda herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Ekberiyye meşrebi üzere yürüyen velîlerden biri olduğu Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem"i üzerine yazdığı Farsça şerhten açıkça anlaşılan Hazret'in, eserinde kullanmış olduğu dil, onun aslen İran'lı veya Acem dil ve kültürünün tesiri altındaki başka bir bölgeden olduğu ihtimâlini akla getirmektedir.

Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem"deki karmaşık ve ince meselelere, özellikle de "Hâtemü'l-velâye" mevzusu ile ilgili ifşaatlara yönelik izah ve tevillerinin, büyük Fusûs şârihlerinin beyan ve açıklamalarını aratmayacak derecede mükemmel oluşu, kendisinin yaşadığı asırda büyük mânevî kemâlâta sahip eşsiz bir ârif ve tasavvufun inceliklerine vâkıf kâmil bir velî olduğunu kuvvetle hissettirmektedir.

 

"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ'" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI

Şeyh Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ bin Ahmed -kuddise sırruh- Hazretleri, Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem"indeki müphem noktaları izah ve gizli sırları ifşâ etmek amacıyla kaleme aldığı Farsça "Şerh"inde; risâlet, nübüvvet, velâyet ve Hâtemü'l-Evliyâ'nın has velâyeti ile ilgili mühim ifşaatlarda bulunmuş; kendisine has kâmil üslûbuyla "Hâtemü'n-nübüvvet" ve "Hâtemü'l-velâyet" arasındaki bağlantının mâhiyetine ışık tutacak çok önemli izah ve teviller ortaya koymuştur.

 

Hâtemü'n-Nübüvve'nin "Hâtemü'l-Velâyet"e Olan Nispeti ve
İsm-i A'zam'ın Her İki Makamdaki Has Tecellîsi:

Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem" adlı eserinde, Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem"deki:

"Bu ilim, ilm-i billâh'ın âlâsıdır. Bu ilim, ancak Peygamberlerin ve Velîlerin sonuncusuna verilmiştir. Bu ilmi Nebî ve Resul'lerden görebilenler ancak, Hâtemü'r-Rusül'ün mişkâtından (kandilinden) görürler. Velîlerden görebilenler de ancak Hâtemü'l-evliyâ'nın mişkâtından görürler. Hattâ kitap ile gönderilen peygamberler aynı zamanda velîlerden olduklarından, bahsettiğimiz ilmi ancak Hâtemü'l-evliyâ mişkâtından görüler." beyanını şu şekilde şerh etmiştir:

"Yâni peygamberlerden hiç kimse yoktur ki, Hâtem-i rusül'ün rûhundan istimdâd etmedikçe ona Hakk'ı görmek ve Hakk'a erişmek müyesser olsun. Hâtem-i velî'nin mişkâtından (kandilinden) yana, velîler için geçerli olan da bundan başka bir şey değildir. Hattâ bu hususta, Hakk'ın Resul'ü dahi O'nu ancak, Hâtemü'l-evliyâ'nın mişkâtına istinâd ederek görür. Bu ise, muhtaçlık nedeniyle öne geçişin mâhiyetini meydana koyar. Şu sebeple ki; Enbiyâ -Aleyhimüsselâm- Hakk'ın isimlerine mazhardırlar, Hâtem-i rusül -Aleyhi efdalüs-salavâtü ves-selâm- ise, Hakk'ın toplayıp birleştirici olan 'İsm-i a'zam'ına (en büyük ismine) mazhardır ki; onun zâhiri risâlet, bâtını ise velâyettir. İlâhî isimlerin her biri, toplayıp birleştirmeyi hâsıl kılan ismin hükmü altındadır ve peygamberlere iliştirilen nübüvvet kendilerinden değil, Nübüvvet-i Muhammedî'dendir. Onun nübüvveti ise yalnızca eriştiği mânevî kemâl ve 'Hatm' cihetiyle ilgilidir. Şu hâle göre velâyet, artık kesilmiş olan nübüvvetin bâtınından ibârettir. Her velî, vuslatın ve kendisinde Hatm olan velâyetin zuhûruyla, kemâle ererek mertebeleri birer birer tamam eden bu yetişmenin zuhûr etmesiyle, istidâdı nisbetinde velâyetten pay almıştır. Dolayısıyla aynı durum Hâtem-i velâyet için de geçerlidir." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", Âtıf Efendi Ktp., nr.: 1443, vr. 16b)

 

Bütün Velîlere Kaynak Olan "Has Velâyet"in
Mutlak Anlamdaki Temsilcisi:

Şeyh Abdürrezzak bin Ebû'l-Gınâ -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem"inde devamla, Hâtemü'l-evliyâ'ya tahsis edilen Hâtem-i velâyet mertebesinin gayb âlemi ile peygamberler ve velîler arasında feyizlerin gelmesine vâsıta olduğunu ifâde etmiş; tıpkı bir Sultân'ın hazinesini bir hazineciye teslim etmesi gibi, bu mertebenin de, velâyet hazinesinin mutlak anlamdaki temsilcisi olan Hâtemü'l-evliyâ'ya teslim edildiğini haber vermiştir:

"Malûm olsun ki, nübüvvet ve velâyetin asâleten sâhibi olan Rûh-i Muhammedî, zuhûru her âlemde yer tutan toplayıp birleştirici İlâhî ismin mazharıdır. Çünkü gelmiş tüm nebî ve resullerin tümüne gayb âlemi üzerinden gelen feyz, onun vâsıtasıyla gelir; aynı şekilde, velîlerin velâyeti de ancak onun aracılığı ile feyizlenir. Çünkü gayb âlemine gelenler de, yine gayb âleminden, 'Hatm-i velâyet' olan Hâtemü'l-evliyâ'ya tecellî etmek sûretiyle gelir. Zîrâ ki bütün peygamber ve velîlerin velâyetinin ve nübüvvetinin mâhiri ve ustası ikidir.

Şu misâl ona işâret eder ki; bir Sultan tüm hazînesini bir hazînedara emânet eder ve ona: 'Bu malın bâzısını hizmetçi ve bendelere sarfet ve benim has işlerimin bir kısmını görüp gözet; benden herhangi bir şey talep eden kimse sana gelsin!' buyurur. Şimdi o, mal talep ettiği vakit onu Sultân'a getirir, bu durumda o fazîlette Sultân'la beraber olur, fakat bundan dolayı onun saltanatında herhangi bir noksanlık vâki olmaz. Bununla birlikte velâyet hazînesinin güneşi mutlak anlamda Hâtem-i evliyâ'dır; bütün enbiyâ ve evliyâ onun mâiyyeti ve tâbîleridir. Âdem ve ondan başkaları dahi Hakk'ın Resul'ü ve Hâtem-i evliyâ mişkâtı arasında, onun bayrağı altındadır. Zîrâ onların her biri velâyetten bir hisse almıştır, bütün mânevî hisselerin sâhibi ise Hâtem-i evliyâ'dır." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", Âtıf Efendi Ktp., nr.: 1443, vr. 16b-17a)

 

Hakk'ı Bilme Mertebesindeki Üstünlük:

Hazret, zâhirî ilim ehlinin nazarında anlaşılması çok güç olan yukarıdaki sırrın sebebini ise, hemen devamındaki şu mânidâr cümlede özetlemiştir:

"Bu yolun merdleri yalnız, talep edenle talep edilen arasında, Hakk'ı bilmek üzere yol alınan mertebedeki öne geçişe bakarlar; ne kâinâtın hâdiseleri onların hatırına gelir, ne de yeryüzünün işlerine iltifat ederler." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", Âtıf Efendi Ktp., nr.: 1443, vr. 17a-17b)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 51 ziyaretçi (190 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol