islamilminfazileti
  EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (146) Ebû Abdullah Muhammed bin Ali
 
HÂTEM-I VELI

Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh-


EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (146)

Ebû Abdullah Muhammed bin Ali
el-Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh-

 

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hatmü'l-Evliyâ'" kitabından sonra, İlâhî dâvetin tabakalarını ve Bayraklılar Ashâbı'nı târif etmek maksadıyla kaleme aldığı Hâtemü'l-velâye ile ilgili ikinci müstakil eser olma hususiyetine sâhip olan "Şifâ'u'l-Alîl" kitabının bilinen yegâne nüshası, Beyazıt Devlet Kütüphânesi, Veliyyüddîn Efendi kitaplığı, nr.: 770'te kayıtlı bir mecmuanın içinde yer alır. Risâle hacmindeki eser, aralarında "Hatmü'l-Evliyâ'"nın da bulunduğu Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne ait farklı eserlerden oluşan sözkonusu mecmuanın 1b-8b varakları arasında, ilk sırada bulunmaktadır.

Hazret'in, Hâtemü'l-evliyâ'nın temsil ettiği velâyet sınıfı olan "Bayraklılar Ashâbı" başta olmak üzere, konu ile ilgili oldukça mühim ifşaatları bu kitaptan daha önce parçalar hâlinde yayınlanmıştı. Bu sayımızdan itibâren, bu ifşaatları ve daha önce yayınlanmamış ifşaatları da içine alacak şekilde, eserin tümünü bir bütün hâlinde neşredeceğiz...

 

"ŞİFÂ'U'L-ALÎL" KİTABI

Ebu Abdullah Muhammed bin Ali et-Tirmizî -rahimehullâh- buyurdu ki:

"Hiç şüphe yok ki "Lâ ilâhe illâllah" kelimesi, halk için kalben kendisine itikadı, sözle kendisini itirâfı ve fiilen kendisine bağlılığı gerektirir.

Şu kadar var ki ona kalben itikad; faydalı ve zararlı olanlar dışında, kalpleri ona dâir şaşkınlığa düşüren şeylerin tümünün gücünü gidermeye itikad etmektir. Onu sözle itirâf ise "Lâ ilâhe illâllah" demektir. Ona fiilen bağlılığa gelince; ihtiyaçlar noktasında kurtuluşun, şehvetler noktasında sabrın, ulaşılacaklar noktasında kanaatin ve ibâdetler noktasında boyun eğmenin dışında; tevbeler noktasında sağlamlığın ve rızık noktasında tevekkülün de ona âit olmasıdır. Kulun kendisiyle tatmin olduğu yedi âzâyı da işte ancak bu koruyabilir.

Her kul, bu noktalardan herhangi biri sebebiyle, ondan cerhetmesiyle Allah'ın hukukuna riâyet eder. Ubûdiyet noktasında halk için gerekli olan şey de budur. Onlar bundan hâli değildir; dolayısıyla onlar için, ondan yana herhangi bir uzaklık sözkonusu olamaz. Onu yerine getiren zulümden kurtulmuştur. O, onun huzurunda artık itaatkârlardandır.

Dereceler ehli için, ilâhî akidle hâsıl olan bir kalp ziyâdeliği, dilin onunla tenvir oluşu, Allah'ın katında hatır ve değer büyüklüğü, rızâ ve ihlâsla O'na bağlı bulunma ve mîzanda bir ağırlık bulunduğu gibi; bunun da ötesinde kalplerle Allah'a ulaşma önceliği vardır. İşte ubudiyet budur; halk da bunun için yaratılmıştır. Resuller de bunun için gönderilmişlerdir. Zira Resul'ler de buna dâvet edilmişlerdir.

Allah Azze ve Celle indirdiği Âyet-i kerime'de:

"Ben cinleri ve insanları ancak beni bilsinler, bana ibâdet etsinler diye yarattım." buyurmuştur. (Zâriyât: 56)

Yâni tıpkı yaratılışlarındaki kullukları gibi kullukta bulunan kimseler olmaları için yarattım.

Ve yine şöyle buyurmuştur:

"Resul'üm! Senden evvel gönderdiğimiz her peygambere; 'Benden başka ilâh yoktur, bana kulluk edin!' diye vahyetmişizdir." (Enbiyâ: 25)

Yâni bu kelimeye kalp ile itikad, fiil ile itirâf ve âzâlar ile bağlılık göstererek kulluk etmelerini vahyetmişizdir.

Mahlûkun uyum gösteremeyip, kendisi hakkında farklılıklar sergilediği dinin esâsı budur."

"Hiç şüphe yok ki onun hakkındaki ortaklık da farklıdır. Bunu üzerinde toplayabilmek, işte ancak şu âdeme has kılınmıştır:

Bu, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e kadar erişebilen, ondan daha başka bir kimsedir ki; o Allah Sübhânehû ve Teâlâ'yı halkla ilgili tabakalara yükselerek bilir, ancak yaratılışı onlardan daha öncedir.

O, yaratıp meydana getirmesi ile ilgili olan ilâhî terbiyesine her tabakayı yöneltmiş;

"Sizi daha topraktan yarattığı zaman ve henüz ceninler hâlinde iken de en iyi bilen O'dur." (Necm: 32)

Buyurarak; gerek yaratılışlarının, gerek "Ahsen-i takvîm" bir şekilde düzenlenişlerinin, gerek ilâhî hâllerin sarfını bilmeleri ile arınan idrakleri çerçevesinde, tabiî olan terkiblerinin; gerekse göklerin ve yerin yaratıcılığını O'ndan uzaklaştırmanın mümkün olmayışının, onun içindeki muhteşem şeylerin güzelliğinin ve sevap ve ikab dâvâlarının yaratılışının hükümleri hakkında zâhirde kendilerine bir delil ittihaz etmiştir.

Onu ise seçilmeyi yerine getirdiği gün velîler üzerinde bambaşka kılmış; ululuğunu izhar edip onu diğerlerinden üstün yapmıştır. O da O'nun adâletini düzeltip dengeler; O'nun üstünlüğünü, lütfunu ve keremini açığa çıkarır ve bu halka yeryüzünde O'nun tecdîdini neşreder.

İşte onlar O'nun kabzasında (himâyesi içinde) hareket ederler; O'nun ismiyle ürpererek, O'nun nimeti hakkında bir sâhiplik elde eder ve O'nun mülkünü ellerinde tutarlar. Yakînden bol hisseleri bulunur.

Diğer yaratılanların ona iştirâki daha farklıdır; onlar ancak onu kendilerine sirâyet ettirmiş olurlar.

O'na has kılınan ise ayrıdır. Onlar sadece O'nun velîleri olmuşlardır; o ise O'nu bilme hususunda geçmişe havâle edilerek, Allah tarafından onlardan daha öne geçirilmiştir.

O, onun velâyet'ini kendi Makâdir'inde, yâni takdir vaktinde açığa çıkarmış; Tedbîr'i hakkında da kendisini, yine onunla ilgili bir sırra göre arındırmıştır.

Onların sığınağını cennet kılmış; onu ise nimetiyle doldurup, her dereceyi onunla ortaya çıkarmıştır." (devam edecek)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 43 ziyaretçi (144 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol