islamilminfazileti
  HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (20)
 
HÂTEM-İ VELİ

Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni -Kuddise Sırruh-


HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA
RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (20)

 

Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni -Kuddise Sırruh-

 

Hazar denizinin güneybatısında bulunan Gilân şehrinde dünyaya geldi. Soy şeceresi Hazret-i Ali -radiyallahu anh-’e dayanmaktadır.

Künyesi Ebu Muhammed, lâkabı Muhyiddin’dir.

Küçük yaşta babasını kaybetti, annesinin yanında ve dedesinin himayesinde büyüdü. Eğitimine Gilân’da başladı. Bütün gayesi tahsiline devrin en önemli ilim merkezi olan Bağdat’ta devam etmekti. Onsekiz yaşına gelince annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat’a gitti. Orada tanınmış âlimlerden ders aldı. Kısa zamanda geniş bilgi sahibi oldu. Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurdu, bu arada tasavvufa intisab etti.

Hocası Ebu Said’in kendisine tahsis ettiği medresede ders verdi ve vaaz vermeye başladı. Fakat bir süre sonra bütün bunları bırakarak inzivaya çekildi, bu inziva hayatı uzun yıllar devam etti.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri dinin zâhiri hükümlerine titizlikle bağlı kalmıştı. Bir zâhidin hayatında görülebilecek derunî hallerin dini ölçülerin dışına taşmamasını söylerdi. Müridlerine hep “Uyun uydurmayın, itaat edin muhalefet etmeyin, temizlenin kirlenmeyin.” şeklinde tavsiyelerde bulunurdu.

İlk defa vaaz vermeye başladığı zaman ancak bir kaç kişiye hitap ediyordu. Daha sonra cemaatı giderek arttı, medrese dar gelmeye başladı. Açık havada verdiği vaazlarını dinlemek için binlerce kişi Bağdat’a gelirdi. Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için “Allah’ın şâhini” mânâsına gelen “Bâzullah” ünvanıyla anıldı.

Gerek vaazlarında gerekse eserlerinde son derece sâde bir üslup kullanmış, konuşmalarında samimi yakarışlarını dile getiren duâ ve niyazlara yer vermiştir.

“El-gunye” adlı eseri; iman, tevhid ve ahlâkı konu almaktadır. İbadetlerin faziletine ve müslümanların günlük hayatla ilgili hal ve hareketlerine geniş yer vermiştir.

Muhammed Es’ad Erbili -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Üçüncü kitap” olarak vasıflandırdığı “Fethür-Rabbânî” adlı eseri, verdiği vaazların müridleri tarafından notlar halinde yazılmasından meydana gelmiştir ve en önemli eseridir.

“Fütûhul-gayb”, Hazret’in meclislerinde oğlu tarafından toplanan yetmişsekiz vaazdan meydana gelmiştir.

Onbeş mektubunun bulunduğu “Mektubat” ile “Sırrul-esrar”, “El-füyûzâtür-Rabbâniye” gibi eserleri de vardır.

Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Gayb âleminden sesler” mânâsına gelen “Fütûhü’l-Gayb” adlı eserinin 33.Makale’sinde insanları dört kısımda anlatmış; en yüksek derecenin dördüncüsüne verildiğini söyleyerek Hâtem-i veli’nin yüce vasıflarını bir bir beyan etmiştir.

Buyurur ki:

“Dördüncüsü:

En yüksek derece buna verilmiş ve melekût âleminde kendisine: ‘Azîm’ Adı verilmiştir.

İşte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu büyük zâtın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse öğrenir ve öğretirse; ayrıca bildiği, öğrettiği ile amel ederse melekût âleminde ona AZÎM ismi verilir.”

Bu zât, âlim-i billâhtır, mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar.

Dinin hikmet yönü tarafını en iyi bilen odur.

Allah-u Teâlâ birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir.

Hiç kimsenin erişemeyeceği sırları ona sezdirmiştir.

Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir.

İlâhî hikmetlerin çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir.

Hidayet yolları buna açıktır.

İstidat bunda çok büyüktür ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır.

Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür.

Bu zât, Allah yolunda bir şâhtır.

Kulları, Hakk yola çağırır, kötülükleri onlara o gösterir.

Kıyamet günü şefaatçidir.

Dünyada temizdir.

Allah indinde her şeyi makbul ve merguptur.

Doğrudur, doğruluğu tasdiklidir.

Resul ve nebilerin vekilidir, işte peygamberler bunu vekil etmişlerdir.

İşte son had buraya kadardır. İnsanoğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte peygamberlik başlar.

Sana bu insan lâzım, bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma.

Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir.

Şunu bil ki: O ne söylerse selâmet ondadır. Helâk, bataklık başkadadır.

Allah’tan onu iste; yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur.

Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz, amma Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.”

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretlerinin bu ifşaatının daha iyi anlaşılması için izahı ile beraber arzediyoruz:

“Dördüncüsü:

En yüksek derece buna verilmiş ve melekût âleminde kendisine: ‘Azîm’ Adı verilmiştir.

İşte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu büyük zâtın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse öğrenir ve öğretirse; ayrıca bildiği, öğrettiği ile amel ederse melekût âleminde ona AZÎM ismi verilir.”

Bu zât, âlim-i billâhtır.

O Hakk’ın talebesidir, bu nokta çok gilidir.

Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar.

Niçin? Hakk’ın talebesi olduğu için.

Dinin hikmet yönü tarafını en iyi bilen odur.

Niçin? O öğrettiği için.

Allah-u Teâlâ birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir.

O duyurduğu için.

Hiç kimsenin erişemeyeceği sırları ona sezdirmiştir.

O gösterdiği için.

Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir.

O murad ettiği için.

İlâhî hikmetlerin çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir.

Dilediği kadar bildiriyor, o bildirdiği ile o kul hareket ediyor.

Hidayet yolları buna açıktır.

O açmış çünkü.

İstidat bunda çok büyüktür ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır.

Onu yaratırken o istidat üzere yaratmış, onu öyle yetiştirmiş.

Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür.

Hep O’ndan geldiği için.

Bu zât, Allah yolunda bir şâhtır.

O öyle murad etmiş, öyle olmuş.

Kulları Hakk yola çağırır, kötülükleri onlara o gösterir.

Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerini, gizli ve kapalı noktaları izah eder.

Kıyamet günü şefaatçidir.

O öyle murad etmiş.

Dünyada temizdir.

Allah’ım temizlesin!

Allah indinde her şeyi makbul ve merguptur.

O onu o şekilde hallendirmiş.

Doğrudur, doğruluğu tasdiklidir.

O öyle dilemiş, öyle yetiştirmiş.

Resul ve nebilerin vekilidir, işte peygamberler bunu vekil etmişlerdir.

Onlar vazifeyi ona bırakmışlar.

Öyle bir vekil ki, onun nurundan, onun ilminden yetişmiş bir peygamber vekili. Onu tarif ediyor.

İşte son had buraya kadardır. İnsanoğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte peygamberlik başlar.

O öyle yapmış, onu o makama koymuş.

Sana bu insan lâzım, bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma.

Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir.

Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh- Hazretleri aramakla buldu ve ebedî saâdete erdi.

Şunu bil ki: O ne söylerse selâmet ondadır. Helâk, bataklık başkadadır.

O Hakk’ın emriyle hareket ettiği için selâmettedir.

Allah’tan onu iste; yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur.

Niçin yoktur? Allah-u Teâlâ ona vermiş, başkasına verememiş. Başka tarafta aramak boşuna harekettir.

“Mümin-i kâmil’in kalbi, Rahman olan Allah’ın arşıdır.” Hadis-i şerif’inde beyan edilen Arşurahman’a koydu, kişi ondan alacak. Başkasına koymadığı için bütün çabalar boşa gider.

Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz, amma Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.”

 

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 304 ziyaretçi (412 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol