islamilminfazileti
  HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (34)
 
HÂTEM-İ VELİ

Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî


HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA
RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (34)

 

Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî
-Kuddise Sırruh-

 

Bin küsür sene önce yazdığı eserlerle, husûsiyetle de bu hususta kaleme aldığı "Hatmü’l-evliyâ" isimli kitabıyla velîlerin sonuncusu olan Hâtemü’l-evliyâ’nın zuhûrunu ilk kez halka duyuran; bu ulu zâtın birçok vasıflarını beyân ederek beşeriyet âlemini nurlandıran Şeyh Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin; Hâtemü’l-evliyâ’nın mânevî seyri, içeceği "Aşk şerbeti"nin tesiri, beraberinde taşıyacağı "Hikmetü’l-ulyâ"nın mâhiyeti ve ümmetin başı ile sonunun dengelenmesi... gibi mevzuları ortaya koyan dört ifşaatını nakletmek istiyoruz.

Hazret, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın mânevî yolculuğunu, bu yolculuğun ferdiyyet mertebesinde ne şekilde son bulduğunu ve bu makamda Allah-u Teâlâ’nın onu kendi denizinin içinde nasıl boğduğunu, "Nevâdirü’l-Usûl" isimli kitabında şöyle ifâde etmiştir:

"Hakk ‘Mülkü’l-A’lâ’ nın, yâni en ulu mülkün kapısında onun riyâzetini tamamlayınca, onun kalbinden perdeyi kaldırır; o artık O’nun yakınına kadar vâsıl olup, O’nu kendi huzûrunda övmüş, O’nunla ilgisini kurmuş ve tâ ki (asıl) makâmına karşı itminânı çoğalıncaya, ona alışıncaya, O’nunla ilgili rahatlık ve korkusuzluklarını ve O’nun Cemâl’ine ve Celâl’ine nazardan kaynaklanan ürpertilerini yatıştırıp, en büyük Vesîle’ye ilerletinceye ve yakınlığını iyice arttırıncaya kadar O’nunla rahatlamış olur. Nihâyet O, onu kendi vahdâniyyet’inin içinde boğar; o artık O’nunla ferdleşerek, O’nun bütün sıfatları ile meşgul olur.

O, O’nun emînidir, kulları arasındaki ‘Bir’ idir. O öyle bir kimsedir ki, onu yeryüzünde ‘Ey Vâhidî!’ diye nidâ eden doğru söylemiştir.

Onu Peygamber Aleyhisselâm işte şöyle beyan buyurmuştur:

‘Yürüyün! Müferridler yarışı kazandılar!’

Dediler ki;

- Yâ Resulellah! Müferridler de kimdir?

Buyurdu ki:

‘Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benlikleriyle dalmışlardır. Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyâmet günü hafif olarak gelirler." (Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl, c.1, s.613. Beyrut, 1988)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü’l-Usûl" isimli eserinin başka bir yerinde ise; Allah-u Teâlâ’nın Hâtemü’l-evliyâ olan zâta, kendisine mahsus ilâhî bir lütuf olan "Aşk şerbeti"ni içireceğini; bu şerbeti içmesiyle onu sarıp kuşatacak olan sarhoşluğun mâhiyetini, bu sarhoşluğun onu ne şekilde mest edeceğini; nasıl bir hâle bürünüp de nefsindeki dilekleri düşüreceğini, kendisine has kâmil üslûbu ile tasvir ederek şöyle buyurmuştur:

"Kimin kalbine Allah, iki diyarda da kendisini sarhoş edecek ‘Aşk şerbeti’ ni içirirse; artık halkla ilgili olan bu muhabbetler ondan uzaklaşır, övülme ve anılma sevgisi onda zevâl bulur. Halkın yanındaki mevkisi ortadan kalkar, ondan belâlar giderilir ve bunların hepsini unutur. Kalbinde Allah-u Teâlâ’nın azâmetinden; gönlünde ise nûru parıldadığı vakit, O’nun celâlinden başkası kalmaz. O’nun azâmetinden korkar ve ürperir. Artık ona O’nun heybeti gerekir. O, O’nun muhabbetinin coşturmasıyla coşar, O’na karşı şevk duyar. Kendisini bir şaşkınlık sarar. O’nun içinde arzu ve iştiyakla inim inim inleyip feryât eder.

İşte o an ondaki bu şeyler ölür ve kalbi O’nunla dirilir. Artık Allah hakkında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz. Bu dereceden, en ulu dereceye yükselir. O’nun vahdâniyyeti ile ferdleşir, O’nun cemâli ve celâli hususunda hayrete ve şaşkınlığa düşer. O’nun heybeti kalbine nüfûz ederek, bu bahsedilenlerin hepsini nefsinden giderir.

O onu kendi kabzasında (himâyesinde) bulundurur. O’nu kendi işlerinde kullanır, onları onunla kuvvetlendirir. Artık o, O’nunla kalkar, O’nunla oturur ve hâllerinde O’nunla tasarruf eder." (Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl, c.1, s.670-671. Kâhire, 1988)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü’l-evliyâ’nın yanında gizli bulunan "Hikmetü’l-ulyâ"nın, bâtınî hikmetlere has olan hangi ilim çeşitlerini içerdiğini beyân ederek; bu hikmeti elinde bulunduran bu zâtta Kur’an’ın ilminin bütünüyle toplanacağına işâret etmiş ve bu hâliyle ona neredeyse nübüvvetin başka bir yönden tevdî edileceğini haber vermiştir:

"İşte bu; gerek O’nun mülkünün zuhur etmesi, gerek O’nun Rubûbiyet’inin zuhûr edişi, gerek O’nun tedbir ve takdirinin zuhûra gelmesi, gerek O’nun yaratışının izhârı, gerek sevap ve ikâb diyârının ve hidâyet ve ubûdiyet diyârının tezâhürü ve gerekse bizdeki ahlâkın izhârı ile, Allah’ın var olduğunu ve O’ndan başka bir şey olmadığını ona mütalâa ettiren ‘Hikmetü’l-ulyâ’ dır. Bu ‘Hikmetü’l-ulyâ’ bu ilim türlerini kimde toplamışsa, Allah Kur’ân’ın ilmini onda toplamıştır.

İşte bu nedenledir ki, ‘Ona başka bir yönden nübüvvet dercedilmiştir.’ de denilebilir.

Bunun içindir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

‘Oniki peygamber ümmetimden olmayı temenni ederler.’

Yâni bu sınıfa denk olmayı temenni ederler..." (Veliyyüddin: 770 no.’da kayıtlı, Tirmizî’ye ait isimsiz bir risâlenin 199b yaprağından naklen.)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü’l-Usûl" adlı eserinde:

"Ümmetimin en hayırlıları başında ve sonunda gelenlerdir, ikisinin ortası bulanıktır." Hadis-i şerif’ini izâh ederken; "Sizi vasat bir ümmet kıldık." Âyet-i kerime’sine dayanarak, ümmetin başı ile sonunu terâzinin iki kefesine benzetmiş ve her ikisinin de birbirini dengelediğine işâret ederek şöyle buyurmuştur:

"Allah-u Teâlâ bu ümmete olan lütufları ile ilgili olarak;

‘Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.’ (Âl-i imran: 110)

Ve: ‘İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.’ buyuruyor. (Bakara: 143)

Yâni ne eksik, ne de noksan tarafa meyletmeyen bir adâlete sâhip kıldık. Terâzinin ortasındaki dilin her iki tarafı da dengelemesiyle, mizânın dili her iki kefeyi de eşitler ve muvâzene yerine gelir. Hakk’a ilettikleri ve onunla hüküm verdikleri için, bu ümmetin başındakiler de, sonundakiler de tıpkı terâzinin kefesi gibi dengeli kılınmıştır. İkisinin ortası da, yine terâzinin dili gibi eğridir. Her iki kefe de denkleşerek istikâmet bulmuş, dosdoğru olmuştur. İki tarafı dengeleyen mal da özüne uygun bir maldır. Ortasındaki eğrilik, her iki kefeyi de tıka basa doldurarak dengelemeye elverişlidir.

Nitekim Haber’de şöyle gelmiştir:

"Âhir zamanda ilim zâhir olacak, insanlar Allah-u Teâlâ’nın emrine yönelecekler, Allah’ın kulları üzerindeki hücceti tamamlanacaktır.’" (Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl, c.1, s.617; bas.: Kâhire, 1988)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 1 ziyaretçi (6 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol