islamilminfazileti
  HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (51)
 
HÂTEM-İ VELİ

ŞEYH BÂLÎ-İ SOFYAVÎ -kuddise sırruh-


HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA
RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (51)

 

ŞEYH BÂLÎ-İ SOFYAVÎ -kuddise sırruh-

 

Hayâtı ve Eserleri:

Osmanlılar döneminde yaşamış Türk mutasavvıflarından olan Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri Usturumca'da dünyaya gelmiş olup, doğum tarihi ve hayatı hakkında yeterli bir bilgi bulunmamaktadır.

Sofya ve İstanbul'da ilim tedrisinde bulunduktan sonra, dönemin Halvetî şeyhlerinden Kâsım Çelebi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hizmetine girdi. Mânevi kemâlâtına bu zâtın eliyle kavuşan Hazret, kısa bir zaman zarfında halifeliğe tayin edildi ve bütün ömrünü ilim irfan meclislerinde talebe yetiştirmekle geçirdi.

Yaşadığı süre içerisinde tasavvufî konularla ilgili pek çok eser telif etmiş olan Hazret, 1552 yılında Sofya'ya bağlı olan Salâhiye mevkiinde vefat etmiştir.

Şeyhü'l-ekber Muhyiddin-i İbn'ül-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin meşrebi üzere yürüyen velilerin en önde gelenlerinden olan müellif, gerek nesir gerekse şiir alanında büyük bir ustalığa sahipti. “Fusûsu'l-Hikem”i şerhetmiş; “Risâle-i Etvâr-ı Sitte”, “Risâle-i Etvâr-ı Seb'a”, “Risâle-i Kazâ-vü Kader”, “Mecmuâtü'n-Nesâyih” ve “Makâmât ve Merâtibü'n-Nefs” gibi, mühim konular içeren kıymetli eserler yazmıştır.

Tasavvufla ilgili olan şiirleri ise çeşitli mecmualarda yayınlanmış olup, bunların en meşhuru “Manzûme-i Vâridat”tır.

 

"Hâtemü’l-Velâye" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları:

Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin "Fusûsu’l-Hikem"i üzerine yazdığı "Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî" adlı eserinde, Hâtemü’l-evliyâ’nın ilim ve velâyetinin mâhiyet ve keyfiyetini ortaya koyan son derece mühim beyan ve ifşaatlarda bulunmuştur.

Şimdi bu beyanlarının önemli bir kısmını arzedeceğiz.

Bâlî-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin H 1309 yılında "Matbaa-i Âmire"de basılan "Şerh-i Fusûsu'l Hikem li'l-Bâlî" isimli eserinin 56. ve 57. sayfaları.

 

Peygamberlerin ve Velîlerin Hâtemü’r-Rüsul ve Hâtemü’l-Evliyâ’dan Elde Ettikleri İlim:

Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî" isimli eserinde; Hâtemü’r-rüsul olan Muhammed Aleyhisselâm’ın ve Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın ilim ve mertebesine hiç kimsenin erişemeyeceğini; Hâtemü’l-evliyâ’nın bu noktada, Hâtemü’l-enbiyâ’nın velâyetine mazhar olması nedeniyle nebî ve resullere dahî tasarrufta bulunduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"Bil ki, ilim âleminde, peygamberler ve veliler için Hatmü’r-rüsul ve Hatmü’l-evliyâ’nın eliyle hâsıl olan ilim gibi kulların eline geçen ve yalnız Hâtemü’r-rüsul ve Hâtemü’l-evliyâ için hâsıl olan ilim gibi, ellerine geçmeyen birtakım ilâhî vergi ve ihsanlar vardır."

"Kendisine sükût verilen kimsenin ilmi, acz verilen kimsenin ilminden daha yüksek bir mertebedir. Sükût nasıl sözden üstün olmaz? Zirâ sükûtu ona bildiren bu ilâhî vergi, acziyete yol dahî vermez. Dolayısıyla da o, Allah’ı diğer sınıftan daha üstün ve yüce bir şekilde bilir. İşte bu ilim, Hâtemü’r-rüsul ve Hâtemü’l-evliyâ’dan başkasına âit değildir.

Zâtiyyet vergilerinin ilmi olan ve bizzat Allah tarafından herhangi bir kimseye verilebilen sükût, ancak resul’lüğü yönünden Hâtemü’r-rüsul’de ve velîliği yönünden Hâtemü’l-evliyâ’da zuhur etmiştir. Hâtemü’l-evliyâ ile burada murâd edilen; Hâtemü’l-velâyeti’l-Muhammediyye’dir."

"Bu ilmi nübüvvetleri ve risâletleri yönünden Nebî ve Resul’lerden herhangi biri, ancak Hâtemü’r-resul’den görebilir. Velîlerden herhangi biri de ancak Hâtemü’l-velî’nin kandilinden müşâhade edebilir. Hatta resuller aynı zamanda velîlerden de olduklarından, bu ilmi görüp de almak istedikleri vakit, ancak Hâtemü’l-evliyâ mertebesinden ve kandilinden görüp alabilirler. Şu halde kitap ile gönderilen peygamberler dahî, bu ilmi yalnız Hâtemü’l-evliyâ’nın kandilinden görürler. Risâlet ve nübüvvet; yani O’na âit olan şer’î nübüvvet ve risâlet sona ermiştir. İlâhî hakikatlerden haber vermek mânâsına gelen risâlet ve nübüvvet (böyle) değildir, onların her ikisi de kesilmez. (Fakat) beşerî sıfatlarla ilgisi bulunduğu, her ikisi de velâyetin zâhirî olduğu ve zâhirdeki, bâtınla ilgili olan kimsenin gördüğünü ancak bâtın mişkâtından görebildiği için, (diğer) ikisi kesilmiştir. Zirâ velâyet ebediyyen son bulmaz." (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî es-Sofyavî, s. 41-52)

 

Hâtemü’l-Evliyâ’yı, Peygamberlerden Bir Cihetten Önde Kılan Velâyet:

Hazret bu mertebede Hâtemü’l-evliyâ’nın, velâyetlerini alma hususunda kendisine tâbi olan diğer peygamberlerden yüksek olduğunu; ancak, Hâtemü’r-rüsul’ün şeriatına tâbi bir velî olarak bu mertebeye eriştiği için de, onun Hâtemü’r-rüsul’ün bir hâdimi olduğunu ve dolayısıyla onun bu yüksekliğinin de yine Hâtemü’r-rüsul’ün kemâlâtı dâhilinde bulunduğunu haber vererek şöyle buyurmuştur:

"Hâtemü’l-evliyâ her ne kadar hükümde Hâtemü’r-rüsul’ün teşrî’den getirdiği şeye tâbi ise de; Hâtemü’l-evliyâ’nın bu şekilde, Hâtemü’r-resul’ün kendisine getirdiği şeye tâbi olması, kendi makâmına herhangi bir noksanlık vermez; Hâtemü’r-rüsul’e bahsettiğimiz şekildeki tâbiyyetine herhangi bir engel de teşkil etmez. Bizim bu has ilimde tâbi olarak gittiğimiz yola ve tâbi konumunda bulunmasına ters de düşmez. Dolayısıyla Hâtemü’l-evliyâ, bu mertebede Hâtemü’r-rüsul’e tâbi olması yön ve cihetinden Hâtemü’r-rüsul’den daha altta ve geride olur."

"Hatmü’r-rüsul’ün böyle oluşu, mahlûk hakkında mevcut bulunan bütün mertebeleri kendisinde topladığı içindir. O imkân dâhilindeki mertebelerin hepsini kuşatmıştır. Dolayısıyla Hâtemü’l-evliyâ da, Hatmü’r-rüsul’ün mertebelerinden bir mertebe olur.

İşte ‘O Hâtemü’r-rüsul’ün hasenâtından bir hasenedir.’ sözünün mânâsı budur. ‘Kâmil olmak gerekmez.’ sözünün mânâsı da budur. Tıpkı (onun) şeriatla ilgili ilmi Cebrâil Aleyhisselâm’dan alması gibi, o da bu ilmi Hakk’ın hazînesinden elde eder. O ilâhî nasslarla ve kendisiyle ilgili mutlak nasslarla Cebrâil’den daha üstündür. Bu da onun her sûrette üstün olmasını gerektirir. Dolayısıyla Hâtemü’r-rüsul’ün bütün sûretler hakkındaki umum delillere göre, bu yönde Hâtemü’l-evliyâ’dan da üstün olduğu ilâhî delille sâbittir. Zirâ Hâtemü’l-evliyâ, bu ilmi kaynağından aldığı için, aslında Hâtemü’r-rüsul’ün bir hâdimidir.

Şu hâlde ‘Bir cihetten yüksek olur.’ sözünden murad; bahsettiğimiz cihete göre, yalnız Hâtemü’l-evliyâ’nın mertebe ile ilgili bir ziyâdeliğinin beyânı olur. Üstelik onun (bu hususta) ziyâdelik elde ettiğinde, Allah katında bu yönden üstün olması da gerekmez. Bilâkis o Hatmü’r-rüsul’e, yine kendi kemâlâtı cümlesinden olarak indirilenin inmesine vâsıta olduğu için, aşağıda kalmasından dolayı düşük olur." (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî es-Sofyavî, s. 52-54)

 

Allah’ı Bilme Öne Geçişin Keyfiyeti:

Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü’l-evliyâ’nın Allah’ı bilme hususunda diğer peygamberlerden öne geçişinin, onların umumî mânâdaki üstünlüğüne aykırı bir durum teşkil etmediğini beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"Hâtemü’l-evliyâ, Allah’ı bilme mertebelerinden bir mertebede Hatmü’r-rüsul’e tâbîdir. Zîrâ Hâtemü’r-rüsul’ün ilmi Şeriât-ı şerîf ilmidir ki; Allah’ı bilme mertebesiyle ilgili her mertebenin de, şeriat-ı mutahhara’yı bu yücelikle Resul’den alabilen Hâtemü’l-evliyâ’nın ilminin de üzerindedir.

Mûsâ’nın Ledün ilmi’nde Hızır’a nasıl tâbi olduğunu görmez misin?

Demişti ki:

"Sana doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi olayım mı?" (Kehf: 66)

Hızır hükümde Musâ’nın teşrî ilminden kendisine getirdiği şeye tâbî oduğu için; bu cihette Musâ’ya nisbetle Hızır’ın ilminin, Musâ’nınkinden daha üstün olması gerekmez. Zirâ bu ilim Ledünî ilimden daha üstün ve daha yücedir.

İşte kendi mâhiyeti ile ilgili olarak, işlerin ve mertebelerin birbirinden farklı olduğunu bilen bu yolun erleri ‘İlm-i billâh’; yâni ‘Allah’ı bilme’ hususundaki ileriliğe bakarlar. Onların talep ettikleri de işte buradadır. Kâinattaki hâdiselere gelince; ilâhî meselelerin en üstünü bu mesele olunca ve ondaki fayda ihtimamla yerleşince, bu onların hatırına bile gelmez. Nitekim böylece de, bizim onun hakkında, sana beyan ettiğimiz şeyle ilgili olarak söylediklerimiz gerçekleşti." (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî es-Sofyavî, s. 54-55)

 

Hâtemü’r-Rüsul ve Hâtemü’l-Evliyâ:

Hazret bu arada, Hâtemü’r-rüsul’ü ve Hâtemü’l-evliyâ’yı aynı noktada birleştiren "Hatemiyyet" kemâlâtının da mânâ ve mâhiyetine işâret ederek şöyle buyurmuşlardır:

"Hâtemü’r-rüsul o kimsedir ki, kendisinden sonra şeriat sâhibi herhangi bir peygamber bulunmaz ve Hâtemü’r-rüsul’ün getirdiğine tâbi olan bir peygamber olduğu için, kendisinden sonra İsâ’nın bulunması onun hatemiyyet’ine mânî de olmaz.

İşte has bir velâyetle Hâtemü’l-evliyâ olan kimse de böyledir. O da öyle bir kimsedir ki, ondan sonra Hâtemü’r-rüsul’ün kalbinde olan herhangi bir velî olmaz ve kendisinden sonra velâyet-i Muhammediyye için herhangi bir vâris de bulunmaz. Böylece kendisinden sonra, diğer peygamberlere vâris olan velîlerin mevcûdiyeti de, onun hatemiyyet’ine engel teşkil etmez." (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî es-Sofyavî, s. 55)

 

Hakk’tan Alınan İlim:

Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-enbiyâ’nın vahiy meleği vâsıtasıyla elde ettiği ilmi, Hâtemü’l-evliyâ’nın vâsıtasız olarak Hakk’tan alacağını; fakat bunu sıradan bir kimsenin değil, ancak ilâhî keşfe mazhar olan bir velînin çözebileceğini nazara vererek şöyle buyurmuştur:

"Hâtemü’l-evliyâ (ilmini) öyle bir kaynaktan alır ki, Hakk’ın vahyini alma husûsunda, Resul’e vâsıta olan melek de onu aynı kaynaktan alır. Bu kaynak ise Hakk’tan başkası değildir. Dolayısıyla her iki ilmin kaynağı da bir olunca, bâtın ilmi de şeriat vechinin has bir cihetinden başka bir şey olmaz. Şu kadar var ki, bu ancak velâyet’in tahsilinden sonra hâsıl olan ‘İlâhî keşif’le bilinebilir." (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî es-Sofyavî, s. 57)

 

Hâtemü’l-Enbiyâ’nın Kemâlâtı Dâhilindeki Öne Geçiş:

Bâlî-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü’l-evliyâ’nın hatemiyyet’ini de, mişkât’ını da Hâtemü’r-rüsul’den elde ettiğini; dolayısıyla onun velâyeti yönünden diğer peygamberlerden öne geçişinin de, yine Hâtemü’r-rüsul’ün kemâlâtı çerçevesinde bir öne geçiş olduğunu ifâde ederek şöyle buyurmuştur:

"Hâtemü’r-rüsul’ün sonuncu Velî’ye nisbeti, nebî ve resullerin kendisine olan nisbeti gibidir. Onun ona göre nisbeti de böyle olur. Şu hâle göre Hâtemü’r-rüsul hem velî, hem resul, hem de nebîdir; Hâtemü’l-evliyâ ise mertebeleri müşâhadeyi asıldan alan vâris velîdir."

"İşte bu söz, zâhiren ‘Hatmü’l-velâye Hatmü’n-nübüvve’den daha üstündür.’ şeklinde yanlış bir düşünceye sebep olduğu vakit; ‘Bu Hâtemü’l-evliyâ, Hâtemü’r-rüsul olan Muhammed Aleyhisselâm’ın güzelliklerinden bir güzellik; daha doğrusu yüce mertebelerinden, yüce bir mertebedir.’ sözü bu yanlış düşünceyi ortadan kaldırır. Allah’tan almasının sebebi ve ona vermesinin nedeni tahkik edildiği taktirde; ilmini sırda Allah’tan aldığı ve ancak Hatmü’r-rüsul’ün velâyetinin şubesi olan bir velâyetle alıp da yine Hatmü’r-rüsul’e verdiği için, aslında o Hatemiyyet’ini de, mişkâtını da yine Hatmü’r-rüsul’den elde etmiş; dolayısıyla da bu cihette, önde bulunan her sınıftan öne geçmiştir." (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem li’l-Bâlî es-Sofyavî, s. 57)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 35 ziyaretçi (82 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol