islamilminfazileti
  23.BÖLÜM
 
     

23-BÖLÜM:023:
 
BEŞİNCİ BÖLÜM
 
Su unsurunun mahiyetini, keyfiyet ve durumlarını, farklılık ve vasıflarını,
isimlerini; denizken buhar, bulut, kar, yağmur, kaynak ve nehir ve yine
buhar olmasını; değişik hareketlerle hareket bulmasını; denizlerle
karaların yer değiştirmesini; denizlerde ve karalarda bulunanların sudan
faydalanmasını, suda hayvanların vücuda gelmesini; su tabakasının kalınlığı
sayılan denizlerin derinliklerinin ölçülmesini, denizle gemilerin
yürümesini ve gemilerle halkın her tarafa varıp, murat almasını; yeni dünya
(Amerika) bulunup, yer ve deniz devr olunup, batıya giden gemilerin doğu
semtine gelmesini yedi madde ile açıklar.
 
Birinci Madde
 
Su unsurunun mahiyetini, tabiat ve tavırlarını bildirir.
 
Ey aziz, malûm olsun ki filozoflar ve astronomlar ittifak üzere demişlerdir
ki: Dört unsurun üçüncüsü su unsurudur ki, o basit bir cevher, renksiz ve
şeffaf küre bir cisimdir. Tabiatı nemli ve soğuktur. Havaya nispetle kesif
bulunup, ağırlığı sebebiyle öteki unsurlardan farklıdır. Oluşum ve
bozuşumla suretler bulmaya kabiliyetlidir. Kendi yerinden çıktığında, başka
unsurlara dönüşür. Yerinde iken bile unsurlara dönüşür. Kendi tabiatıyle
yerinde sâkin iken nice değişik hareketlerle hareket halindedir. Su
küresinin üt yüzeyi dalgalı olup, üstünde bulunan hava küresinin hareketli
yüzeyine tema etmiştir. Alt yüzeyi, altında olan toprak yüzeyine teğet
olduğundan, vâdilerin ve dağların iniş çıkışı nedeniyle suyun yüzeyi dahi
iniş-çıkışlıdır. Bu su küresinin tabiî yeri, havanın altı ve toprağın üstü
olup, yerküreyi her yönden örtüp, içine alıp, tam yuvarlak olmak tabiatı
gereği iken, yeri tamamen örtmeyip, yerin bazı kısımları açıkta
kaldığından; hikmetinde bazı astronomlar, Hak'kın inayetine yapışıp, yer
hayvanlarının, özellikle insan nevinin yaratılışına ve yeryüzünde havadan
teneffüsle neslini sürdürmesine ve hayatını devam ettirmesine ilahî yüce
iradeye bağlamışlardır ki, görünüşte bir sebebi malûm değildir,
demişlerdir. Çoğu dahi teslim olu, demişlerdir ki: bu sebebler âleminde
herşey sebebler yoluyla vücuda gelmek, ilahî âdettir. Şu halde deniz suyu,
dünya küresini tamamen örtmediğinin sebebi budur ki, güneşin merkez dışı
feleği hasebiyle doruk ve eteği olduğunda ve hâlen eteği güney burçlarından
oğlak burcunun başlarında bulunduğundan, güneş, kendi seyriyle senede bir
kere eteğine indikçe, yerin merkezine yakın olup sıcaklığı fazla tesir
eder. Çünkü güneş, o güney burçlarında, eteğinde oldukça yere yakı olup;
kuzey burçlarında doruğundan bulundukça, yerden ırak gitmiştir. Bu durumda
eteğine geldikçe, sıcaklığının şiddeti, su unsurunu ısıtıp, harekete
getirip, yerin o tarafına çekmiştir. zira ki az bir su, bir büyük kazanın
bir kenarında kaynasa, elbette o su, kazanın öbür taraflarından o tarafa
varıp, sair tarafları sudan hâli kalıp, açıkta olur. Bunun gibi deniz suyu,
güney tarafında güneşin sıcaklığının şiddetinden harekete gelip, deniz
suları diğer kutuplardan o tarafa çekilmiş olup; yerin kuzey semtinde açık
yerler kalmış, demişlerdir. Lâkin araştırıcılara göre, soğukluk ve
sıcaklık, sadece güneşin yakınlığı ve uzaklığı değildir. Belki güneş
ışınlarının dik gelmesi sıcaklığı, kırık gelmesi sıcaklığın azlığına
sebebtir. Nitekim yukarıda açıklanmıştır.
Kara ile deniz ikisi bir küre olduktan sonra, asırların geçmesiyle
rüzgârların esmesi, sellerin akması, açık araziye tesir edip; vâdiler,
dağlar, inişler-çıkışlar oluşmuştur. Deniz suyu hareket ettikçe alçak
yerlere inip, toprak üzerinde yer yer göller ve gölcükler kalmıştır. Şu
halde güneşin etekte bulunması, kara parçalarının kalmasına tek sebeb
bilinmeyip, sadece önemli sebeb bilinmiştir. Zira ki Amerika'nın yarısı etek
noktasının (oğlak dönencesinin) altında kalmıştır. Vallahi a'lem.
 
 İkinci Madde
 
Su unsurunun değişik vasıflarını ve isimlerini; deniz iken buhar, bulut,
kar, yağmur, menba, dere ve nehir olmasını ve onunla bitki hayvan ve insan,
belki bütün madenler ve özlerin hayat bulmasını ve yine suyun buhar olup
aslına dönmesini bildirir.
 
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar ve filozoflar ittifak üere demişlerdir
ki: Toprak unsurunu kuşatan su unsuru ki, o, bahr-i muhittir. (Okyanusların
genel adı, bahr-ı muhit'tir.) O tek bir deniz iken, çeşitli imkanlara
nispetle muhtelif denizlere bölünmüştür. Cihanın dört yönüne nispetle,
dört kısım bulunmuştur. Bunlar: Doğu okyanus, batı okyanusu, güney
okyanusu ve kuzey okyanusudur. Bunların her biri kendi sahillerine bitişik
olan memleket ve beldelere izafetle nispet kılınmıştır. Nitekim güney
okyanusuna: Çin okyanusu, Hint okyanusu, Acem okyanusu, Fars okyanusu,
Umman okyanusu, Arap okyanusu, Habeş okyanusu, sudan okyanusu denilmiştir.
Su unsuru, ateş tabakasına nispetle beşinci tabaka sayılmıştır. Güneş
şuasının sıcaklığıyle, deniz suyunun ince parçaları havaya yükseldiğinden;
ateş, hava ve toprak parçalarıyle karışmış olan kesif parçaları kalıp,
tadı böye acı ve tuzlu bulunmuştur. Yukarıda açıklandığı üzere, deniz
sularından güneş vasıtasıyle havanın içinde buhar, bulut, kar ve yağmur
olup, yere indiğinde, yavaş yavaş kaynaklar ve nehirler olup ve ondan
madenler, taşlar, bitkiler ve ağaçlar nasiplenip, bütün hayvanlar ve
insanlar, hayat ve can bulur. Cümleye hayat verdikten sonra kalan fazlası
büyük nehirler olup ve ondan madenler, taşlar, itkiler ve ağaçlar
nasiplenip, bütün hayvanlar ve insanlar, hayat ve can bulur. Cümleye hayat
verdikten sonra kalan fazlası büyük nehirler oup, denizlere dökülür. (Su
ile her şeye hayat veren Allah münezzehtir.) Deniz suyu, bir dahi havaya
komşu olduğunda, yine letafet ve halavet bulup, hoş ve tatlı su our. Deniz
suyu bu minval üzere dolap gibi sürekli devr edip, denizlerden giden
buharlara karşılık, denizlere nehirler gelir. Bunun için yükselen
buharlarla, denizlere eksiklik gelmez. Nehirlerin karışmasıyle de
denizler artmaz. Deniz suyu acı ve kesifken, havanın komşuluğuyle tatlılık
ve letafet bulur. Lâkin güneşin sıcaklığıyle ısınmış ola toprağa
karışmasıyle renkler, tatlar ve nitelikler kazanıp, tuzlu ve sıcak olur.
Zemzem suyu, bütün hastalıklara devadır. Tatlı suyun faydaları çoktur. Ama
susuzluğu gidermesinden büyüğü yoktur. Su unsurunun dahi, ötekiler gibi
rengi olmayıp, karıştığı nesneye dönüşür, onun tabiatını alır. Mesela suyun
karıştığı nesne sirke ise, su sirke olur. Bal ise, o da ba olur. Mutlak su
iken bütün renkleri ve tatları kabul eder. Bütün kirleri ve yağları
yok edip, akar gider. Yunan filozofları bahr-i muhite, okyanus derler. Muhit
okyanus, yumurtanın beyazının kendi içinde sarısını kuşattığı gibi, dönücü
olan toprak unsurunun çoğunu kuşatmıştır. Toprak küre, denizden yer yer
ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan yerlerin dörtte biri meskûn, yeni dünya
(Amerika) ve binlerce ada mamur nice nâm ve nişan ile şöhret bulmuştur Bu
dörtte bir meskûn yerlerde olan küçük denizler, o büyük okyanusun
artıklarından yer yer birer göl emsali kalmıştır.O küçük denizlerin en
büyüğü Hazer denizidir ki, okyanusa bitişik değildir. Bu, güney
okyanusundan kuzeye dolanıdır. Devredici değildir. Kuzeyinde Hazer
şehirleri, Mongay ve Türkistan bulunur. Doğusunda, Harezm, Taberistan ve
Cürcan'dır. Güneyinde Ca dağları ve Keylan'dır. Batısında Şirvan, Dağistan
ve Ezderhan'dır. Bu denizin adaları çoktur. Lâkin hiçbirinde imaret yoktur.
Zira ki çok dalgalı ve çabuk helak edicidir. En derin yeri yüz kulaç
gelmez. Cezri ve meddi olmaz. Bu denizin çevresi, yaklaşık üçbin mil mesafe
ölçülmüştür. Uzunluğu, yaklaşık sekizyüzelli mildir. Genişliği doğudan
batıya, altıyüz mil bulunmuştur.
Kulzüm, bir şehrin ismidir ki, deniz sahilinde bulunmuştur. O deniz, o
şehre nispet kılınmıştır. Okyanusa bitişik olduğundan, cezri, meddi ve
dalgalanması okyanusa benzer. Firavn askeriyle onda boğulmuştur.
Kızıldeniz ile Yemen arasında bir büyük bağ bulunur. Kızıldenizin uzunluğu
ve genişliği Hazer kadardır. adalarının çoğu mamur ve meskûn bulunmuştur.
Geçişi kolay ve nâdiren helak edicidir. Derinliği, ikiyüz kulaçtan fazla
bulunmuştur. Ona bitişik olan Narencek ve Habeş denizinin yolcuları, güney
kutbunu görüp, kuzey kutbunu görmezler. Zira ki, ekvatorun güney semtinde
bulunurlar.
Bahr-i Rum ki, Akdeniz'dir. O, batı okyanusundan çıkmıştır. Doğuya doğru
gelip, Dimişk'e (Şam) değin akmıştır. Bu denizin uzunluğu batıdan doğuya,
yaklaşık altı aylık yoldur. genişliği güneyden kuzeye aynı ölçüde değil,
bazı yerleri dary, bazı yerleri geniştir. Batı tarafından genişliği,
yaklaşık yediyüz mildir. Ortası ikibin mildir. Doğu tarafı bin milden
ziyade ölçülmüştür. Bu denizin kuzeyinde: Endülüs, Yunan, Firenk, Rumeli ve
Anadolu memleketleri bulunur. Doğusunda: Halep, Şam ve Kudüs eyaletleri
vardır. Güneyinde: Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir memleketleri vardır.
Batısında: Batı okyanusu bulunur. Bu denizde çok adalar vardır ki, meskûn
ve mamurdur. Kur'an'da yazılmış olan iki denizin birleşmesi durumlarının, bu
denizin bulunduğu meşhurdur. Bu denizin memleketleri büyük, geçişi kolay,
sahilleri meskûn, adaları mamur, faydaları çok yararlı bir denizdir.
Mıknatıs taşı ve mercan ancak onda oluşur. Bir gün bir gecede med ve cezri
dörde ulaşır. Derinliği, üç kulaçtan fazla değildir.
Bahr-i Esved ki, Karadeniz'dir. O, İstanbul'a, dört-beş saat mesafe bir
boğaz içinden gelip, o Belde-i Tayyibe önünde iki denizi birleştiği yere
dökülür. Oradan Akdeniz'e dahil olur. Akdeniz ise, Sebte boğazından batı
okyanusu ulaşır. Karadeniz boğazının doğusunda, yüksek bir dağ üzerinde
olan uzun mezar, Yuşa nebinin kabridir, derler. Karadeniz, doğudan batıya
dolanır. Hazer'den daha geniş ve derindir. Kuzeyinde: Akgerman, Kefe, Aak
ve Abaza şehirleri vardır. Doğusunda: Fas ve Gürcistan kaleleri ve Rize
bulunur. Güneyinde: Trabzon, Giresun, Sinop ve Ereğli eyaletleri vardır.
Batısında, İstanbul, Karaharman ve Tuna nehridir. Bu denizin ortasında
adaları yoktur. En derin yeri, üçyüz kulaçtan çoktur. Doğudan batıya giden
gemilere kolay geçit verir. Batıdan doğuya gelen gemileri çoğunlukla helak
eder. Bu denizin çevresi, yaklaşık beşbin mildir Uzunluğu, yaklaşık
binbeşyüz mildir. Genişliği güneyden kuzeye yani Sinop'tan Kefe'ye,
yaklaşık yediyüz mildir. Uzunluk mesafesi doğudan batıya, kırkbeş günlük
yoldur. (Denizlerin yaratıcısı münezzehtir.)
 
 Üçüncü Madde
 
Denizlerin çeşitli hareketlerini bildirir.
 
Ey aziz, malûm olsun ki, astronomlar ve filozoflar ittifak üzere
demişlerdir ki: su unsuru olan denizlerin muhtelif hareketleri vardır.
birinci hareket, aşağıya doğru olan harekettir. bu su unsuru, toprak
unsuruna bitişik olduğundan, tabiatı gereği yer gibi, merkez tarafına
harekettir. Bu irinci hareket, tabiî olan süflî harekettir. İkinci hareket,
rüzgârların hareket ettirmesiyle olan dalgalanma hareketidir. Üçüncü
hareket, doğudan batıya harekettir. Bütün denizciler katında denenmiş ve
sabittir ki, okyanusun doğudan batıya akması vardır. Meselâ Akdeniz'in sebte
boğazından okyanusla batıya doğru Amerika'ya birbuçuk ayda varırlar. Dört-
beş ayda ancak doğuya doğru gelirler. Portakal (Portekiz) tayfaları
okyanusla Amerika'dan geçip, yeraltından Hint'e gidip gelirlerken,
okyanusun doğuya hareketini seyretmişlerdir. Bu hareket, Akdeniz'de de
tecrübe olunmuştur. Bu hareketin sebebi büyük feleğin günlük hareketinden
bilinmiştir. Zira ki, okyanusa gizlice tesir edip, felekler gibi onu dahi
döndürür bulunmuştur. Dördüncü hareket, kuzeyden güneye harekettir. Bu
hareket ahi denizcilerin tecrübesiyle ispat olunmuştur. Bu hareketin sebebi,
kuzeyde toprağın bir miktar yüksek oluşundandır. O taraflarda nice büyük
nehirler vardır ki denizlere akar bulunmuştur. Nitekim Don nehri Azak
denizine, Tuna nehri ve sair nehirler Karadeniz'e dökülür. Kuzey taraf
güneşten uzak ve soğuğu şiddetli olduğundan, onda çok sular oluşup, güney
semtine akar gider. Beşinci hareket, yayvan harekettir. Bu hareket
Akdeniz'de olur. Bu hareketin sebebi, doğuya yönelik harekettir ki,
burunlara ve körfezlere rastlayıp geri gelir. Böylece o sahillerde yayvan
hareket meydana gelir.
Altıncı hareket, med ve cezir hareketidir. Bu hareketle deniz suları
tereddüt üzere sahillere gelip, altı saat kadar durup, yine geri gider.
Bunun sebebi konusunda filozoflar ihtilâf etmişler: Çoğu demişler ki: Bu
âlemdekilerin çoğu dört unsurdan bileşik, akıl ve ruh ile kaim ve bir tek
nefs ile hareket eden ve duran bir canlıdır ki, bir hareketi dahi med ve
cezirdir. Bazıları demişlerdir ki: Med ve cezir, okyanus içinde olan
hayvanların ve etrafında olan ruhların teneffüsünden olur. Bazıları
demişlerdir ki: Me ve cezir, güneşin hareketine oluşan rüzgârların
hareketinden vücuda gelir. Bazıları da, med ve cezri, ayın tesirine isnat
etmişlerdir. Nitekim yukarıda açıklanması geçmiştir.
elhasıl her şeye ve her işte nice hikmetler ve faydalar olmakla, bu su
unsurunun sürekli hareketi dahi mânâsız olmayıp, zımnında nice faideler
vardır. Önce deniz, hareket ettiğinden dolayı kokuşmaz. Zira ki,
hareketiyle kokuşma gider. Meselâ bir kimse güneş yönüne itidal üzere
yürüyüp gelse, bu işi tecrübe ile anlar ve şüphesi kalmaz. Zira ki, güneşe
karşı ayakta duran, oturan kadar sıcaktan etkilenmez. İkinci olarak, med ve
cezir ile deniz suyu temizlenir. Zira ki durgun su, çoğunlukla pis ve
bozulmuş olur Halbuki hareketli denizde pislikler eğlenmeyip, etrafına
çıkıp, suyu temiz kalır. Üçüncü olarak, bu med ve cezirin gemilere genel
kolaylığı vardır. Zira bazı iskeleler vardır ki, medsi onlara yaklaşma ve
girmek mümkün olmaz ve cezir zamanında gemiler kolaylıkla çıkar, çakılıp
kalmaz.
 
 Dördüncü Madde
 
Denizle karanın değişimini ve birbirinin yerini almasını bildirir.
 
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar ve astronomlar demişlerdir ki: Deniz
ile kara yer değiştirirler. Zira ki zamanların geçmesiyle sulardan toprakta
nice sebeble büyük değişiklikler hâsıl olur. Evvela toprağın bazı yerleri
çorak ve kuru olmuşken, denizden ona itidal gelir ve tam tersi olur. Bu
bakımdan toprak, hayvan ve insana benzer. Kâh civan kâh elden ayaktan
düşmüş pîr olur. İkinci olarak bazı yerler açıkken, denizle örtülür. Kâh
deniz altındaki yerler açılıp, mamur olur. Zira ki, denizin hareketi,
felekî cisimlerin kuvvetinden çıktığında ve kâh fırtına ve tufanı harekete
geçiren yıldızların bakışları, denizin hareketine uygun gelmekle, deniz
haddinden fazla azar. Sahillerini geçip gider. Kâh bir ülkeyi basıp örter
ve kendine mahsus eder. Kâh bir başka kenarından çekilip, yeri açar ki, güya
insanlara o yeri bahşeder. Üçüncü olarak, karaya bitişik bazı yerler,
günlerin geçmesiyle ada olmuştur. Kıbrıs gibi. Bazı büyük adalar da karaya
bitişerek, eyaletlere katılmıştır. Dördüncü olarak, güya ki deniz, verdiği
yerlere mükâfat için bazı şehirleri ve adaları alıp, Azak denizi etrafında
olan Pira misalî, nice şehirleri basıp dibine salmıştır. Bu yönden derler
ki: Eskiden Sebte boğazından beri olan akdenizin yeri, kara iken Yunan
arazisi idi. Bundan sonra zamanların geçmesiyle batı okyanusu azıp, o
boğazı açıp, o arazide geçip, hâlen olduğu yerlere gelmiştir. Atlas denizi
kenarında, aşağıda bir büyük ada varken, bir tarihte yine batı okyanusu
azıp içine almıştır. Onun için denizin derinliğini ölçenler, o tarafı
ölçerlerken, dibini balçıklı ve otlu bulmuşlardır. şimdi bu delalet eder
ki, o er sonradan deniz tarafından basılmıştır.
İmam Fahrüddin Razi (Allah ona rahmet etsin) demiştir ki: Binlerce yıl önce
şimdi mamur olan dünyanın dörtte biri deniz suyuyle dolu ve örtülüydü. Onun
bu görüşü doğrudur ki, taşların çoğu kırılsa, su hayvanlarının parçaları
ortaya çıkar. Zira ki, su altından çıkan yapışık çamurdur ki, güneşle
taşlaşmıştır.
Mesudî, mürüc adlı kitabında yazmıştır ki: Deniz suları devirlerin
geçmesiyle hareketli, seyyal ve seyyardır. âkin kapladığı yerin
genişliğinden ve yavaş hareketlerinden intikalleri his olunmayıp, eski
yerlerinde sâkin sanılır. Nitekim Hazreti Halit Bin Velit (Allah ondan razı
olsun) Hazreti Ebubekir (Allah ondan razı olsun) hazretlerinin halifeliği
zamanında Hîre fethine varmıştır. Necef'e erişmiştir. Hîrelilerden
abdülmesih adlı bir ihtiyar görüp, ondan şaşırtıcı haberler sormuştur ve
acaip haberlerinden biri budur ki: Ben yetiştiğimde Far denizinin (Basra
körfesi) senindi şim indiğin yere ulaşıp, dalgaları şu anda ayaklarıın
bastığı yerde çırpınırdı. Gemiler, ind ve Hint mallarıyle buraya gelip,
giderdi. Mesudî demiştir ki: halen deniz ile Hîre'nin arası nice
merhaledir. necef'e varanlar ihtiyarın doğruluğunu bilmiştir.
Filistin ile Kıbrıs adası arasında bir yol vardı ki, Filistinliler karadan
Kıbrıs'a giderlerdi. Sebte boğazında taşlardan yapılmış, uzunluğu oniki mil
sağlam bir köprü vardı ki, buradan endülüslüler batı tarafına, batıdakiler
vde Endülüs'e geçerlerdi. Rum denizinin (Akdeniz) suyu, o köprünün altından
akıp, okyanusa dökülürdü. Bundan sonra günlerin geçmesiyle, o köprüyü örtüp,
çevresini ile basmıştır. Halen o denizin safa ve sükûnu vaktinde, o köprü
görünür, derler. Bunlara benzer binlerce belirti vardır ki, deniz sularının
batıdan doğuya akışını delâlet eder.
Hint meliklerinin en eskisi büyük Brahman'dır. İşin hikmetini o bilip,
söylemiştir. Yüksek cisimlerin, alçak cisimlerde olan tesirlerini
açıklayarak, ilk başlangıcı ispat etmiştir. Hind ve Sind adlı kitabında,
hikmet bilimlerinin usul ve füruunu yazıp, demiştir ki: Güneşin doruğu, her
burçta ikibinyüz sene seyredip, yirmibeşbin ikiyüz güneş yılında ybir
devresini tamamar. Vakta ki güneşin doruğu kuzey burçlarından güney
burçlarına geçer; yerin imareti dahi kuzeyden güneye değişir. Zira ki, bu
mamur yer, denizle dolup, halen denizle dolu olan yerler, meskûn ve mamur
olur. iddia etmiştir ki, güneşin doruğunun her devresinde bir kere
dünyadakiler yok olup, yeniden vücuda gelir. Mesudî demiştir ki: Şu halde,
güneşin eteğinin deniz sularını çekmesi, bu kaide üzerine mebnidir. Çünkü
doruk ve eteğin yer değiştirmesi yavaştır. Mamurun harap olması ve başka
bir âlemin vücuda gelmesi dahi, defaten değil, tedricendir. O halde mademki
güneşin eteği güney burçlarındadır; güney, kuzeyden daha sıcak olup, o
sıcaklık, bu rutubeti o tarafa çekip, su unsuru dahi o semte gider. Sürekli
olarak, yerin imârâtı, güneşin doruğunun yer değiştirmesiyle farz olunup;
güney burçlarına geçmesi halinde, imaret dahi o tarafa geçer.
Bütün bunları yazmaktan muradımız, itikat için değildir. Belki hakîm ve
yaratıcı olan Allah'ın, şaşırtıcı sanatlarını ve garip hikmetlerini, ârif
olanlar her şeyi kendi vücudunda bulup, kendini tanımaya nâil olmakla,
Hak'kı tanımaya erişip, her dileği kendi gönlünde hâsıl olmak içindir.
 
 Beşinci Madde
 
Denizin, kara ve denizdekilere menfaat ve faydalarını ve kendi içinde
bulunan bazı hayvanların bazı vasıflarını bildirir.
 
Ey ziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Bütün denizlerin suyu
acıdır. Lâkin okyanusun kuzey sahillerinde ve güney sahillerinde olan
suları, içilecek kadar tatlıdır. Bunun sebebi budur ki, o iki kutubun
dağlarından büyük nehirler ve çok seller akıp, o sahillerden, o iki denize
dökülür. O iki yerin tepe noktalarından güneş uzak olduğundan tesiri az ve
sıcaklığı zayıf olur. O iki denizin lâtif su zerrecikleri, havaye
çekilmeyip, suları letafeti üzere kalmıştır. Şu halde bu iki deniz ile
gemilerin getirdiği yük, acı denizlerle getirdiği yükün yarısı kadar ancak
gelir. Zira ki, acı suyun cevherî kesif olduğundan, ağır gemileri taşımak
için kuvvet bulur. Ama tatlı suyun cevheri talif olduğu için, ağır gemileri
taşımaya gücü olmayıp, batırır. Tatlı su içinde yüzmek, acı su içinde
yüzmekten kolay gelir. Zira ki, kesif araçları yarmaktan, latif parçaları
yararak hareket daha kolaydır. Onun için tuzsuz denizlerin dalgaları,
tuzlularınkinden büyüktür.
Deniz sularının acı olmasında faydalar çoktur. En belirgini budur ki: Kendi
kesafet bulup, selametle gemiler sahillere gidip, geleler. Kokusu latif
olup, içinde bulunan yaratıklar, onun kokusundan helak olmayıp, selamet
kalalar. Zira ki, durgun su tatlı olsa, uzun bekleyişte kokuşup, kokusu
helak edici olur. Hak Taâlâ inayetiyle denizleri dahi insanı emrine
vermiştir ki, onların içinden çeşitli taşlar; inci, mercan ve mıknatıs ve
anber ve nice faydalı sünger ve çeşitli taze etler çıkartılır. Yeryüzünde
olan yaratıkların çeşidinden çok, denizde de yaratıklar bulunur. Lâkin su
unsurundan, hava unsuru lâtif olduğu için hava ile beslenen kara canlıları,
su ile beslenen deniz canlılarından daha latif, daha zarif, daha güzel ve
daha şereflidir.
Deniz hayvanları genellikle iki kısım olmuştur. Bir kısmının akciğeri
olmaz, balık çeşitleri gibi ve hava teneffüsüne ihtiyacı kalmaz. Zira ki,
tabiatı suya göre yaratılmıştır. Bu kısım, nefessiz bulunduğu gibi, sessiz
ve sedasız bulunmuştur. Zira ki, hava teneffüsü, ses ve seda, akciğerde
bulunan buru iledir. Bunun için ciğeri olmayan canlıların ne teneffüsü
olur, ne sesi gelir. Bir kısmının ciğeri olduğundan hem teneffüs eder, hem
ses ve seda verip, kurbağa gibi söyler. Balık cinsinden bir cins balık
olur ki, cüssede insan misali ve son yarısı çataldır. Tabiatı, deniz
yaratıklarıyle cenk ve savaştır. gerçi cüssede üç adam kadardır. Lâkin
deniz hayvanlarının hepsine galip bulunmuştur. O, timsah namıyle
isimlendirilmiştir. Deniz hayvanlarının en büyüğü hût'tur. (Balina) ki,
büyük gemilerden daha büyük görünmüştür. Hak Taâlâ, hikmetiyle deniz
hayvanlarının, kara hayvanları gibi, bazısını yiyici ve bazısını yenici
edip, yenilenin neslini çok yaratmıştır. Ta ki, münkariz olmayıp, devam
etsin. Denizin dibinde sâkin sadef namında bir hayvan vardır ki, baharın
ortalarında denizin yüzüne çıkıp, ağzını açıp, nisan yağmurundan beş-on
damla alıp, yine denize dalıp, o damlalar inci olur. (Bâri ve yaratıcı
Allah münezzehtir.)
 
 Altıncı Madde
 
Denizin faydalarından olan gemilerin, çevreye ve sahillere seyir ve
seferini bildirir.
 
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hak'kın inayetiyle
denizin menfaatlerindendir ki, deniz yüzünde gemiler, her yönün uygun
rüzgârıyle, istenilen yönlere süratle seyredip, nice bin devenin ve katırın
nice bin güçlük ve meşakkatle, nice günler ve aylar içinde nice köy ve
şehirlere götürdüğü, nice bin kantar ağır yükleri, kolaylıkla yüklenip, az
aman içinde, nice bin uzak sahillere nakledip, götürürler.
Akdeniz ve Karadeniz'de sefer eden müslümanlardan gemi kaptanları,
gemilerin yürüyüşü için otuziki rüzgâr tabir ve taksim edip, hepsini on
aded ismiyle açıklamışlardır. Kuzey rüzgârına yıldız, güneye kıble, doğuya
gündoğusu, batıya batı, kuzeyle güney arasına poyraz, doğu ile güney arasına
keşişleme, güney ile batı arasına lodos, batı ile kuzey arasına karayel,
demişlerdir. Sonra bunların her ikisi arasına orta ve her biriyle orta
arasına kerte yani dört ıstılah yapıp, kertelerin her birine izafetle tayin
ederek; mesela, yıldızın poyrazdan yana kertesi deyip, otuziki rüzghar
bilip, hepsini pusula ile bulup, aslına yetmişlerdir ve her rüzgâr ile bir
semte gitmişlerdir.
Güney okyanusunda gelenlerle sefer eden Çinliler ve Mazinliler, Hintliler ve
Sindliler, Arap ve Fars gemicileri; otuziki rüzgârı, yakın yönüyle onbeş
doğma yeri ve iki kutup, hepsini onyedi isimle, doğma yönlerinin karşısını
batma yeri ile isimlendirmişlerdir. Ve bu onyedi sabit ıldızdan onyedi
yıldız ismidir ki, onları ıstılah edip, onbeşinin doğa ve batma yerlerine
ve iki karşılıklı kutba gitmişlerdir. Kuzey noktasından başlayıp, doğu
yönünden, güey noktasından tertip ile itibar etmişlerdir. İlk olarak kutup
noktasıdır ki, batıdır. O kuzey kutbu yakınında bulunan yıldızdır ki,
astronomlar ona: Cedî derler. O tarafın rüzgârı, asıl itibar olunmuştur.
Bundan sonra ferkadan, na'ş, nâka, ayyuk-u azam, nesr-i vâki, simak-ı
râmih, süreyya ve nesr-i tair'dir. O nokta doğu yönünde olduğundan, ona:
alî doğma yeri dahi derler. Bundan sonra: Cevzâ, tir-i yemânî, iklil, kalb-
i akrep, fariseyn, süheyl, silbar ve kutb-u cenubî doğma yerleri ki, ona
kutb-u süheyl dahi derler. Bu semtin rüzgârı dahi asıldır. Batı yarım, yine
anılan yıldızların batma yerleri ile isimlendirilir. Kutb-u sühelyden
sonra: Silbar, sühely, fariseyn, akrep, iklil, tir, cevza ve tair batma
yerleridir ki, aslî batma yerleridir ki bunlarla otuziki yönden esen
rüzgârları pusula ile bulup, her biriyle karşı yönüne seyr ve sefer
etmişlerdir.
Pusula, bir yuvarlak mukavvadır ki, onda otuziki rüzgâr yazılıp, bir kutu
içine konulmuştur. O taksimâtın birinde kuzey noktası siyah ile işaret
kılınmıştır. O kutuya ibre evi denilmiştir. Kuzey ibresinin tepesi mıknatıs
ile mıknatıslanmıştır. Kutunun merkezinde bulunan milin tepesine ibrenin
ortası konulup, kutunun ağzı cam kapatılmıştır. Ta ki kutunun içine rüzgâr
yol bulmaya ve ibrenin hareket ve duruşuna engel olmaya. Şu halde kutunun
kuzey noktası, haritanın kuzey noktasına uygun konulsa; ibresi kuzey
noktasından onbir derece batıda durduğundan, kutu ile haritanın kuzey
noktası ibreden onbir derece doğuda bulunsa, bununla gemicilere bütün yönler
belirli ve bütün rüzgârlar anlaşılmış olup; ne taraftan gelip ne tarafa
gidecekleri ortaya çıkmış ve açıklığa kavuşmuş olur. Zira ki pusula ibresi,
kuzey noktasından batı tarafa onbir derece farklı durur. Denizciler, çoğu
gece ve gündüzlerde dağların tepesini bile göremezler. Bu durumda, onlara
nispetle güneş ve yıldızlar, denizden doğup yine denizde batar. (Denizleri
emrimize veren Allah münezzehtir.)
            NAZM
Keşti-yi sâyiri san vakt-i şitab
Bâd-ı bandan kanat açmış mürgab
Havf dursun, nedir ol zevk-ü safa
K'olasın tair-i ruy-u derya
ittikâ eyleyesin bâlina
Bakasın âyine-i sîmîne
Olasın pâre-i bâd ile vezan
Edesin hayli sevahil seyran
Olup âsude-i berduş-u heva
Gezesin âlemi bî minnet pâ
(Seyreden gemiyi sür'atlendiği vakit, yelkenden kanat açmış ördek san.
Korku dursun, o sevk ve safa nedir ki, olasın deniz yüzünde olan. Koluna
dayanasın, gümüş aynasına bakasın, rüzgâr parçasıyla hareketli olasın. Hayli
sahiller seyredesin; âsude ve berduş olup, ayağa minnet etmeden gezesin
âlemi.)
 
 Yedinci Madde
 
Su tabakasının kalınlığı bulunan denizlerin derinliğini, okyanusların
büyüklüğünü ve kara ve deniz küresinin gemi ile seyr ve dolaşımını bildirir.
 
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar, denizlerin derinliğini ve yüz ölçümünü
defalarca inceleyip, ittifak üzere demişlerdir ki: Su tabakasının kalınlığı
bulunan denizlerin derinliği, defalarca teftiş ve tecrübe olunmuştur. Dört
denizin derinliği yukarıda bildirilmiştir. Batı okyanusunun derinliği,
dörtyüz kulaçtır. Almanya ve Portekiz taraflarında okyanusun derinliği,
çoklarınca, altmış zira ancaktır. Oldukça derin olan yerlerini, yüz
zira'dan eksik bulmuşlardır. Lâkin kuzey taraflarıda okyanusun derinliği,
dörtyüz kulaçtan fazladır. Güney okyanusunun derinliği, Sudan, Habeş ve
Umman taraflarında, altıbin kulaça yakındır. Acem, Hint ve Çin ve
Tataristan taraflarında, bazı erleri beşyüz kulaçtan fazla, bazı yerleri
altıyüz kulaçtan çok bulunmuştur. Kuzey okyanusunun derinliği, bazı
yerlerinde üçyüz kulaç ve bazı yerlerinde dörtyüz kulaçtır. Amerika
etrafında okyanusun derinliği, kuzey taraflarında dört - beşbin kulaç
kadardır. Güney taraflarında yedibin kulaçtan fazla ölçülmüştür. Okyanusun
yerin altında olan ortalarında, oldukça derin olan yerleri sekizbin
kulaçtan az ölçülüp kesinlikle bilinmiştir. Nihayet denizlerin
derinliğindeki en yüksek dağlar, ikibuçuk fersah mesafesindedir. Nitekim
okyanusun içinde olan yüksek dağların tepeleri görünmüştür. Onlara, adalar
denilmiştir.
Okyanusların yüzölçümü, orta bir rüzgâr ile doğudan batıya, bir gün bir
gecede yüz mil kadar gemi yürüyüşü bulunmuştur. Buna: Bir mecrî denilir. On
günde bin mil ve bir ayda üçbin mil miktarı deniz mesafesi katolunur. bu
minval üzere sekiz ayda, yerküreyi tamamen dolaşmak mümkün bilinir. Zira
ki, deniz ile kara, yumurta misali tek bir küre hükmünde farzolunup,
geometrik delillerle yerkürenin kuşağı yirmidörtbin mil mesafe kıyas olunur
ki; sekizbin fersah mesafe bulunur. Nitekim hicrî tarihin dokuzyüz
yirmiyedi senesinde Macellan namında bir kaptan, yüzon kimse alıp, iki gemi
ile Sebte boğazına gelmiştir. Batı okyanusunun sahilinde Sivilya limanından
çıkıp, güneşin batışını gözetip, uygun bir rüzgâr ile otuzsekiz gün
seyredip, tamam dörtbin bil okyanusun sahilinden uzaklaşıp, bir ada
bulmuştur. bundan sonra batı ve güney arasına otuzüç gün gidip, yeni
dünyanın (Amerika) güneyi yakınında Avret burnu adlı adada nice gün
dinlenip, oradan yine batı ve güneye doğru otuz gün dahi gidip, yeni
dünyanın güney tarafına yetmiştir. Bir ay kadar orada dinlenmiştir. Sonra
yeni dünyanın güneyini tamamen kırk gün içinde geçip, sonunda yine karaya
çıkıp, nice günler orada dinlenmiştir. oradan tamam altmış gün batı ve
kuzey arasına gitmiştir. Orada boş bir ada görüp, oraya çıkıp nice gün
dinlenmiştir. Sonra, önceki gibi günbatımını gözetip, doğru batı tarafına
ve bir itibarla doğu tarafına gitmiştir. Bize nispetle, yerkürenin altı
olan batıdan doğuya geçip, Hint adalarına yetmiştir. Yerin altından gidişi
sırasında, birçok adalara uğrayıp, her birinde nice renkli taşlar, çeşitli
parçalar ve kokular ve hudutsuz karanfil, zencefil, tarzın alıp, Hint'in
güneyine gelip, Hindistan'a can atmıştır. Oradan Hint deniziyle, Acem, Arap
ve Habeş ülkeleri güneyinden yine okyanusla geçip, Kamer dağları ve Sudan
güneyinden gidip, batı ülkeleri ve Sebte şehirlerinin batısı semtinden
geçmiştir. Sebte boğazı karşısına geldiğinde, mal yüklü gemisi batmıştır.
Kendi gemisi, yetmiş kimse ile selamete yetmiştir. Böylece dokuzyüzotuz
senesinde yine sivilya yakınında Senlüka limanına gelip, kendi yerinde
karar etmiştir. Seferinin süresi, üç seneden ondört gün eksik olmuştur. Bu
müddet içinde ellibin mil deniz kat etmiştir. Çünkü Macellan kaptanın gemisi,
düz bir hat üzere seyr etmeyip, kah güneye ve kâh kuzeye salmıştır. Onun
için o kaptan, sekiz aylık deniz mesafesini, onaltıbuçuk ayda ancak
seyredip, yerküreyi dolanarak, âlemde kam almıştır. Bu sürenin kalan
günlerini, sefer esnasında, şehirlerde ve adalarda alış-verişle geçirip,
kalmıştır. Çünkü yeraltından seyr ve sefer edenlerin ilki, bu kaptan
olmuştur. Onun için yeryüzünde bu nâmla meşhur bulunmuştur. ispanya kralı
ondan hoşlanıp, yanına almıştır. O gemiyi, bir yüksek tersane yaptırıp, onu
kırmızı çuha ile örttürmüştür. Yerküreyi seyr ile tamamen dolaşıp Adem'den
beri olmamış bir iş etmiştir, diye, o ülkede olanlar, o gemiyi ziyarete
gitmiştir. Denizlerin durumları bununla nihayete yetmiştir.
Aşağıdaki daireler bu durumları açıklamaktadır.
 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 76 ziyaretçi (526 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol