018. Kehf Süresi  Hakkında " Mekke döneminde inmiştir. 28. âyetin Medine  döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir. Sûre, adını; ilk defa  dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen “kehf” kelimesinden almıştır. Kehf,  mağara demektir. Sûrede temel konu olarak, inançları sebebiyle öldürülmekten  kurtulmak için bir mağaraya sığınan gençlerin mucizevi halleri, ayrıca Hz.Mûsâ  ile Zülkarneyn konu edilmektedir. 0 
018-KEHF SURESİ
 
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
 
(18. Sûre)
(Mekke döneminde inmiştir. 110  âyettir.)
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hamd O Allah’a mahsustur ki, kuluna Kitab’ı  indirdi ve onda herhangi bir eğrilik koymadı.
2. O dosdoğru bir kitaptır. Kendi katından  şiddetli bir baskını haber vermek ve sâlih ameller yapan müminlere, onlar için  güzel bir mükâfat olduğunu (cennete gireceklerini) müjdelemek için.
3. Orada ebedî kalacaklardır.
4. Ve “Allah çocuk edindi.” diyenleri uyarmak  için.
5. Bu hususta ne onların ne de atalarının bir  bilgisi vardır. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar yalnız ve yalnız yalan  söylerler.
6. Demek bu söze inanmazlarsa arkalarından  üzülerek neredeyse kendini tüketeceksin Resulüm!
7. İnsanlardan hangisinin daha güzel amel  işlediğini imtihan etmek için yeryüzünde olan şeylere bir ziynet  verdik.
8. Biz onun üzerindeki her şeyi elbette  kupkuru bir toprak haline getireceğiz.
9. Resulüm! Yoksa sen Ashab-ı Kehf’i ve  Rakîm’i, bizim şaşılacak âyet (mucize) lerimizden mi sandın?
10. Hani o gençler mağaraya sığınmışlar ve:  “Ey Rabbimiz! Bize kendi katından rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi  başarılı kıl.” demişlerdi.
11. Bunun üzerine biz de mağarada nice yıllar  onların kulaklarına perde koyduk.
12. Sonra onları uyandırdık ki, iki taraftan  hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap edeceğini belirtelim.
13. Biz sana onların başından geçenleri gerçek  olarak anlatıyoruz. Onlar Rablerine inanmış gençlerdi, biz de onların  hidayetlerini artırdık.
14. Kalplerini kuvvetlendirdik. Ayağa kalkarak  dediler ki: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasını  ilâh olarak çağırmayız. Yoksa andolsun ki gerçek dışı söz söylemiş  oluruz.”
15. “Şu bizim kavmimiz O’nu bırakıp başka  ilâhlar edindiler. Onların ilâh olduğuna dâir apaçık bir delil getirmeleri  gerekmez mi? Allah hakkında yalan uydurandan daha zâlim kim  olabilir?”
16. Onlara: “Madem ki siz onlardan ve  Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki,  Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin ve işinizde size bir kolaylık  hazırlasın.” denildi.
17. Güneşi görürsün ki, doğduğu zaman  mağaralarının sağına meyleder, batınca da onların sol tarafını kesip geçer.  Onlar mağaranın genişçe bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Allah  kime hidayet ederse, o kimse hak yoldadır. Kimi de sapıklığında bırakırsa, artık  ona doğru yolu gösterecek bir dost bir mürşid bulamazsın.
18. Sen onları uyanık sanırsın, halbuki onlar  uykudadırlar. Biz onları sağa ve sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın giriş  yerinde iki kolunu uzatıp yatmaktaydı. Onları bir görseydin, mutlaka dönüp  giderdin ve için korkuyla dolardı.
19. İşte böyle! Kendi aralarında birbirlerine  sorsunlar diye onları uyandırıp kaldırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?”  diye sordu. “Bir gün, yahut günün bir parçası kadar!” dediler. “Ne kadar  kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile şehre  gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin.  Fakat çok dikkatli davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.”  dediler.
20. “Çünkü onlar, eğer farkına varırlarsa sizi  taşla öldürürler veya kendi dinlerine döndürürler. Böyle bir durumda aslâ  kurtuluşa eremezsiniz.”
21. Böylece onlardan haberdar ettik ki,  Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu, kıyametin geleceğinde hiç şüphe bulunmadığını  bilsinler. Nitekim halk o sırada onların (Ashab-ı Kehf’in) durumları ile ilgili  olarak kendi aralarında tartışıyorlardı. “Onların üzerine bir bina yapın!”  dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onların işine vâkıf olanlar ise: “Biz  bunların üzerine mutlaka bir mescid yapacağız!” dediler.
22. “Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir.”  diyecekler. “Beştir, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. Bunlar gaybı  taşlamaktır. “Yedidir, sekizincisi köpekleridir.” diyecekler. De ki: “Rabbim  onların sayısını daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır.” Onun  için, onlar hakkında ortaya konulandan fazlası ile bir münâkaşa yapma ve onlar  hakkında kimseye bir şey sorma.
23. Hiçbir şey için: “Ben bunu yarın  yapacağım.” deme.
24. Allah’ın dilemesine bağlamadıkça  (inşaallah demedikçe). Bunu unuttuğun zaman Rabbini an ve: “Umarım ki Rabbim  beni doğruya, bundan daha yakına eriştirir.” de.
25. Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar.  Dokuz yıl da ilâve ettiler.
26. De ki: “Onların ne kadar kaldıklarını  Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O ne güzel görür ve ne  güzel işitir! Onların O’ndan başka dostu yoktur. O, kendi hükmüne hiç kimseyi  ortak yapmaz.”
27. Rabbinin Kitab’ından sana vahyedileni oku!  O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur. O’ndan başka bir sığınılacak da  bulamazsın.
28. Sırf O’nun cemâlini dileyerek sabah akşam  Rablerine yalvaranlarla birlikte bulun ve sabret. Dünya hayatının güzelliklerini  arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz,  hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme.
29. De ki: “Gerçek Rabbinizdendir. Artık  dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. Biz zâlimler için öyle bir ateş  hazırlamışızdır ki, onun kalın duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.  Susuzluktan yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su ile  yardım edilir. O ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir  duraktır!”
30. İman edip de sâlih amel işleyenlere  gelince, biz elbette güzel amel işleyenlerin mükâfatını boşa  çıkarmayız.
31. Onlar o kimselerdir ki, onlara altlarından  ırmaklar akan Adn cennetleri verilmiştir. Orada altın bilezikler takınırlar.  İnce dibâdan, kalın dibâdan yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine  yaslanırlar. O ne güzel sevap ve ne güzel duraktır!
32. Onlara şu iki adamı misal olarak anlat.  Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla  donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.
33. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş,  hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak  akıtmıştık.
34. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden  arkadaşıyla konuşurken: “Ben malca senden daha zenginim, insan sayısı bakımından  da senden daha güçlü ve itibarlıyım.” dedi.
35. Kendisine böylece yazık ederek bahçesine  girdi. Şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam!”
36. “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet  Rabbime döndürülürsem, hiç şüphem yok ki, orada bundan daha hayırlı bir âkibet  bulurum.”
37. Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki:  “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratıp, sonunda da seni bir insan şekline  getiren Rabbini inkâr mı ediyorsun?”
38. “İşte O Allah, benim Rabbimdir ve ben  Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”
39. “Bağına girdiğin zaman: ‘Mâşâallah! (Allah  dilemiş de olmuş!) Kuvvet yalnız Allah’ındır.’ demen gerekmez miydi? Gerçi sen  beni malca ve evlâtça kendinden güçsüz görüyorsun.”
40. “Rabbim bana senin bağından daha iyisini  verebilir ve seninkinin üzerine ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru  bir toprak haline gelir.”
41. “Yahut suyu çekilir de artık onu arayıp  bulamazsın.”
42. Derken o kâfirin bütün serveti kuşatılıp  yok edildi. Bunun üzerine, bağı uğruna yaptığı masraf karşısında ellerini  oğuşturmaya başladı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah! Keşke ben Rabbime  hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!” diyordu.
43. Allah’tan başka, kendisine yardım edecek  bir topluluğu da yoktu. Kendi kendine yardım edecek güçte de değildi.
44. İşte bu durumda yardım ve dostluk, hak  olan Allah’a mahsustur. O’nun vereceği sevap da daha hayırlıdır, âkibet de daha  hayırlıdır.
45. Onlara dünya hayatının tıpkı şöyle  olduğunu anlat: O, gökten indirdiğimiz suya benzer ki, o su sayesinde yeryüzünün  bitkileri birbirine karışır, arkasından da rüzgarın savurduğu çöp kırıntısı  haline döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
46. Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür.  Bâki kalacak olan sâlih ameller ise, Rabbinin katında hem sevapça daha  hayırlıdır, hem de ümit etmeye daha lâyıktır.
47. O gün dağları yürütürüz, yeryüzünün ise  çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın onları mahşerde bir araya  toplarız.
48. Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna  arzedilirler. “Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize  geldiniz. Halbuki siz, vâdedilenlerin gerçekleşeceği bir zaman tayin  etmediğimizi sanmıştınız.”
49. Amel defterleri ortaya konulduğunda,  suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vah bize, eyvah  bize! Bu deftere ne olmuş, ne küçük bırakmış ne büyük, hiçbir şey bırakmamış,  hepsini zaptetmiş.” derler. Bütün yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbin hiç  kimseye zulmetmez.
50. Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin!”  demiştik. İblis hariç olmak üzere hepsi secde ettiler. İblis cinlerdendi,  Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve onun soyunu  dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zâlimler için bu ne  kötü bir değişmedir!
51. “Ben onları ne göklerin ve yerin  yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şâhit tuttum. Ben yoldan  çıkaranları yardımcı edinmiş değilim.”
52. O gün Allah: “Benim ortaklarım olduklarını  iddiâ ettiklerinizi çağırın!” buyurur. Onlar da çağıracaklar amma, kendilerine  hiç cevap veremeyecekler. Biz onların aralarına bir uçurum koyacağız.
53. Günahkârlar ateşi görürler, içine  düşeceklerini iyice anlarlar, fakat ondan savuşacak bir yer  bulamazlar.
54. Andolsun ki biz bu Kur’an’da insanlar için  her türlü misali tekrar tekrar açıkladık. Fakat insanlar ne de çok cidalcı  (tartışmacı) oluyor!
55. Kendilerine hidayet geldiğinde, insanları  iman etmekten ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şey; daha öncekilerin  sünnetini (onların başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini), yahut azabın  göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir.
56. Biz peygamberleri ancak müjdeciler ve  uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise; hakkı, bâtıla dayanarak ortadan  kaldırmak için mücadele verirler. Onlar âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri  alaya alırlar.
57. Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak  öğüt verilip de ondan yüz çevirenden ve kendi elleriyle yaptığını unutandan daha  zâlim kim olabilir? Biz onu (Kur’an’ı) anlamasınlar diye, onların kalplerinin  üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da  onlar aslâ hidayete gelmezler.
58. Senin Rabbin çok bağışlayıcıdır, merhamet  sahibidir. Eğer onları, yaptıkları yüzünden hemen yakalayıp cezalandırsaydı,  onlara çabucak azap ederdi. Fakat kendilerine verilmiş belli bir süre vardır.  Artık ondan kaçıp aslâ bir sığınak bulamazlar.
59. Zulmettiklerinden ötürü işte yok ettiğimiz  şehirler! Onları helâk etmek için belli bir süre tayin etmiştik.
60. Hani bir zaman Musa, genç arkadaşına: “Ben  iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durup dinlenmeden gideceğim, yahut  (maksadıma erişmek için) uzun yıllar geçireceğim.” demişti.
61. Her ikisi böylece iki denizin birleştiği  yere varınca, balıklarını unuttular. Balık ise denizde bir deliğe doğru yol  tutup gitmişti.
62. Orayı geçtiklerinde Musa genç arkadaşına:  “Azığımızı getir, bu yolculuğumuzda gerçekten yorgun ve bitkin düştük.”  dedi.
63. Genç arkadaşı: “Gördün mü? Kayaya  sığındığımız sırada balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası  unutturmadı. Balık ise denizde şaşılacak şekilde yolunu tutup gitmiş!”  dedi.
64. Musa: “İşte aradığımız o idi.” dedi.  İzlerinin üzerine hemen geri döndüler.
65. Derken kendisine nezdimizden bir rahmet  verdiğimiz, tarafımızdan has bir ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu (Hızır’ı)  buldular.
66. Musa ona: “Sana doğru yol olarak öğretilen  ilimden bana da tâlim etmen için sana tâbi olayım mı?” dedi.
67. O da dedi ki: “Doğrusu sen benimle beraber  bulunmaya sabredemezsin!”
68. “Hakikatini kavrayamadığın bir bilgiye  nasıl sabredebilirsin?”
69. Musa: “İnşaallah beni sabırlı bulursun.  Emrine karşı gelmem.” dedi.
70. O kul dedi ki: “O halde eğer bana tâbi  olacaksan, ben sana anlatmadıkça, herhangi bir şey hakkında bana soru  sorma!”
71. Bunun üzerine kalkıp yola koyuldular.  Nihayet bir gemiye bindiler. (Hızır) gemiyi deliverdi. Musa dedi ki:  “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş  yaptın!”
72. (Hızır): “Ben sana ‘Benimle beraber olmaya  sabredemezsin!’ demedim mi?” dedi.
73. Musa: “Unuttuğum şeyden dolayı beni  kınama, bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.
74. Yine yürüyüp gittiler. Nihayet bir erkek  çocuğuna rastladılar. (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa: “Mâsum bir canı, bir cana  karşılık olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın!”  dedi.
75. (Hızır): “Ben sana ‘Benimle beraber olmaya  sabredemezsin!’ demedim mi?” dedi.
76. Musa da ona: “Eğer bundan sonra bir daha  sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme! O zaman benim tarafımdan mazur  sayılırsın.” dedi.
77. Yine yürüyüp gittiler ve nihayet bir  memleket halkına varıp, onlardan yiyecek istediler. Halk kendilerini misafir  etmekten kaçındılar. Derken, orada yıkılmak üzere olan bir duvarla  karşılaştılar. (Hızır) onu doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa: “İsteseydin,  elbette buna karşılık bir ücret alırdın.” dedi.
78. (Hızır) dedi ki: “İşte bu, benimle senin  aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana dayanamadığın işlerin içyüzünü haber  vereyim.”
79. “Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula âit  idi. Ben onu (tamire muhtaç) ayıplı göstermek istedim. Çünkü gideceği yerde her  güzel gemiyi zorla alan bir kral vardı.”
80. “Çocuğa gelince, onun ana ve babası mümin  insanlardı. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden  korkmuştuk.”
81. “İstedik ki Rableri onlara o çocuktan daha  temiz ve daha çok merhametli bir evlât versin.”
82. “Duvar ise, şehirde iki yetim oğlana  âitti. Duvarın altında bu oğlanlar için saklı bir hazine vardı. Babaları da  sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar erginlik çağına ulaşsınlar ve  Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden  yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin içyüzü budur.”
83. Resulüm! Sana Zülkarneyn’den soruyorlar.  De ki: “Size ondan bir hatıra anlatacağım.”
84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve  kudret sahibi kıldık ve her şeyden ona bir sebep verdik, ona her şeyin yolunu  öğrettik.
85. O da bir yol tutup gitti.
86. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu  kara balçıklı bir gözeye batar (görünümünde) buldu. Orada bir kavme rastladı.  Bunun üzerine ona: “Ey Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de  bulunabilirsin!” dedik.
87. O da dedi ki: “Her kim ki zulmederse onu  cezalandıracağız, sonra o Rabbine döndürülür. O da ona görülmedik bir azap ile  azap eder.”
88. “Fakat her kim de iman edip sâlih  amellerde bulunursa, ona da mükâfat olarak en güzel bir karşılık vardır. Ona  emrimizden kolayını da söyleyeceğiz.”
89. Sonra yine bir yol tutup gitti.
90. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca onu  öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara güneşin önünde bir siper  yapmamıştık.
91. İşte böylece onunla ilgili baştan başa her  şeyden haberdar idik.
92. Sonra yine bir yol tutup gitti.
93. En sonunda iki dağın arasına ulaştığında,  onların önünde öyle bir kavme rastladı ki, hemen hemen hiçbir sözü  anlamıyorlardı.
94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Doğrusu Ye’cüc  ve Me’cüc bu memlekette bozgunculuk yapıp duruyorlar. Bizimle onların arasında  bir sed yapman için sana biz bir vergi verelim mi?”
95. Dedi ki: “Rabbimin beni içinde  bulundurduğu kuvvet ve makam (sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana  kuvvetle yardım edin de sizinle onlar arasına aşılmaz sağlam bir sed  yapayım.”
96. “Bana demir kütleleri getirin!” Nihayet  bunlar iki dağın arasını doldurup aynı seviyeye gelince: “Körükleyin!” dedi.  Sonunda o demirleri kor haline getirdiğinde: “Getirin şimdi bana, üzerine erimiş  bakır dökeyim!” dedi.
97. Artık onu ne aşabildiler, ne de delip  geçebildiler.
98. Zülkarneyn: “Bu Rabbimden bir rahmettir.  Rabbimin belirlediği vakit gelince, onu yerle bir eder, Rabbimin verdiği söz  şüphesiz ki gerçektir.” dedi.
99. Biz o gün onları bırakırız da dalgalar  halinde birbirine girerler. Sur’a da üfürülmüş, böylece biz onların hepsini  bütünüyle bir araya getirmişizdir.
100. Cehennemi o gün kâfirlere öyle bir  gösteririz ki!
101. Onlar ki gözleri bizim öğüdümüze karşı  kapalı idi ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammül edemezlerdi.
102. Kâfirler beni bırakıp da kullarımı dost  edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz ki biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak  hazırladık.
103. Resulüm! De ki: “Size amelce en çok  ziyana uğrayanı bildireyim mi?”
104. “Onlar ki dünya hayatında çalışmaları  boşa gitmiştir. Oysa onlar iyi yaptıklarını sanıyorlardı.”
105. İşte onlar Rabbinin âyetlerini ve O’na  kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz  onlar için terazi kurmayız. (Onlara hiç değer vermeyiz).
106. İşte onların cezası cehennemdir. Çünkü  kâfir olmuşlar, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almışlardır.
107. İman edip sâlih ameller işleyenlere  gelince, onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır.
108. Orada ebedî kalacaklardır, oradan ayrılıp  başka bir yere gitmek istemezler.
109. De ki: “Rabbimin sözleri için denizler  mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi Rabbimin sözleri bitmeden  önce denizler tükenir.”
110. Resulüm! De ki: “Ben de sizin gibi bir  beşerim. Ancak bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine  kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih bir amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak  koşmasın.”
Kimlik alan 
 
 
427 
el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir zat  kehf suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu.  Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu  durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu. Sabah olunca adam Resûlullah  (aleyhissalatu vesselam)'a gelip vak'ayı anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu  vesselam) ona şu açıklamada bulundu: "Bu sekinet idi, Kur'an için inmişti."  
 
 
664 
Ebu Umame (radıyallahu anh) anlatıyor:  "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ardında cehennem vardır, orada kendisine  irinli su içirilecektir" (İbrahim 14, 16) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı:  "İrin ağzına yaklaştırılır, ondan ikrah eder, iğrenir. Biraz daha  yaklaştırılınca suratı yanar ve başının derisi dökülür. İrini içince kıçından  çıkıncaya kadar, (geçtiği yerleri ve bu meyanda) bağırsaklarını param parça  eder."  Resûlullah bu açıklama üzerine şu ayetleri okudu: "...Ateşte ebedi kalan  ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler..." (Muhammed,  15).  "...Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi, yüzleri kavuran bir su  kendilerine sunulur" (kehf, 29). 
 
 
687 
Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan gelen,  Tirmizi'nin bir diğer rivayeti şöyledir:  "...Yahudiler: "Bize çok ilim verildi,  bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse ona çok ilim verilmiş demektir"  dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: "De ki Rabbimin sözlerini yazmak için  denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden  denizler tükenirdi" (kehf, 109). 
 
 
691 
Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor:  Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim kehf sûresinin başından  -bir rivayette; sonundan- on ayet ezberlerse Mesih Deccal'in şerrinden emin  olur." 
 
 
692 
İbnu'l-Müseyyeb diyorki: "Mal ve oğullar dünya  hayatının süsüdür. Ama baki kalacak faydalı işler, sevap olarak da, emel olarak  da Rabbinin katında daha hayırlıdır" (kehf, 46) ayetinde geçen "baki kalacak  faydalı işler", kulun sarfedeceği "Allahu ekber", "Sübhanallah",  "Elhamdulillah", "Lailahe illallah", "La-havle ve-la kuvvete illa billah"  sözlerdir." 
 
 
694 
Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor:  "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), "duvarın altında onların bir hazinesi  vardı" (kehf, 82) ayetini açıkladı ve: "O hazine altın ve gümüştendi" buyurdu.  
 
 
697 
Mus'ab İbnu Sa'd anlatıyor: "Babama şu ayet  hakkında sordum: "Ey Muhammed! "Size amelce en çok zararlı olanları haber  verelim mi?" de..." (kehf, 103) ve dedim ki: "Burada kastedilenler Harûriler  midir?" Bana:  -"Hayır, onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar'dır. Çünkü Yahudiler,  Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i tekzib ettiler. Hıristiyanlar ise cenneti  tekzib ettiler ve: "Cennette ne yiyecek ne de içecek vardır" dediler."  
 
 
698 
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) haber veriyor:  "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyamet günü, şişman, iri  bir adam mizana getirilip tartılır da, Allah indinde sinek kanadı kadar ağırlığı  olmadığı görülür." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: "Dilerseniz  şu ayeti okuyun: "Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar  edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için hiçbir  tartıda bulunmayacağız" (kehf, 105). 
 
 
7215 
Habbab radiyallahu anh "Akşam, sabah,  Rablerinin rızasını dileyerek O'na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabı  senden sorulmayacaktır, senin hesabın da onlara sorulmayacaktır, öyleyse onları  kovup da zalimlerden olma" (En'am 52) mealindeki ayetle ilgili olarak şunu  anlattı: "Akra' İbnu Habis et-Temimi ve Uyeyne İbnu Hisn el Fezarı Resulullah'ın  yanına geldiler. Aleyhissalatu vesselam'ı Suheyb, Bilal, Ammar ve Habbab gibi  zayıf müslümanlarla oturmuş buldular. (Bu gariban takımını) Resulullah'ın  etrafında görünce onları küçümseyip hakir gördüler. Aleyhissalatu vesselam'a  yaklaşıp başbaşa kaldılar (yani biz bir kenara çekildik). Onlar: "Biz, senin  bize hususi bir sohbet oturumu ayırmanı isteriz, ta ki Araplar bizim  üstünlüğümüzü tanısınlar. Zira sana (her taraftaki) Araplardan (durmadan)  heyetler geliyor. Onların bizi bu (değersiz) köle bozuntularıyla beraber  görmelerinden utanıyoruz. Şu halde, her ne zaman biz sana gelirsek, onları  yanından kaldır. Biz gidince, dilersen yine onlarla beraber ol!" dediler.  Aleyhissalatu vesselam da: "Pekala!" diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: "Bu  teklifimizi bir yazı ile de teşvik et" dediler." (Habbab) der ki: "Aleyhissalatu  vesselam hemen bir kağıt istedi, yazması için Ali radiyallahu anh'ı çağırdı. Biz  hala bir kenarda oturmuş duruyorduk. Derken Cibril aleyhisselam indi ve şu vahyi  getirdi. (Mealen): "Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları  kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara  bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın" (En'am 52).  Ayet-i kerime daha sonra Akra' İbnu Habis ve Uyeyne İbnu Hisn'i zikrederek devam  etti: "Böylece, "Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için  onları birbiriyle imtihan ettik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?"  (En'am 53). Ayet şöyle devam etti: "(Ey Muhammed) ayetlerimize iman edenler sana  gelince: "Size selam olsun!" de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık ister  de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine  almıştır" (En'am 54). Habbab devamla der ki: "Bunun üzerine Aleyhissalatu  vesselam'a yaklaştık, Öyle ki dizlerimizi dizlerinin üzerine koyduk.  Aleyhissalatu vesselam bizimle otururdu. Kalkıp gitmek istediği zaman doğrulur  ve bizi öyle terkederdi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi  indirdi: "(Sabah-akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber  sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden  ayırma -yani eşraf ile beraber oturma-. Bizi anmasını kendilerine unutturduğumuz  yani Uyeyne ve Akra'- ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma" (kehf  28). Sonra onlara (yani mü'minlere ve kafirlere iki kişinin misalini (kehf  32-44) ve dünya hayatının misalini (kehf 45) getirdi (yani mezkur ayetleri bu  maksatla inzal buyurdu). Habbab der ki: "(Bu hadiseden sonra) biz (zayıf takım  
 
 
Created with the Personal Edition of HelpNDoc:  Write  eBooks for the Kindle