islamilminfazileti
  Allah-u Teâlâ’nın Sevgilileri’nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (11) Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (11)
 
HÂTEM-İ VELİ

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- 11


Allah-u Teâlâ’nın Sevgilileri’nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (11)

 

Hakîm et-Tirmizî
-kuddise sırruh- (11)

 

Hâtemü’l-Evliyâ’nın Üzerindeki
Mânevî Destek:

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Kitâbu ‘İlmü’l-Evliyâ’” isimli eserinde Allah-u Teâlâ ile konuşan muhaddes velîlerin vasıflarından sözederken, onlardan birinin yakınlık nûrunun peygamberlerin yakınlık nûrundan daha öne geçeceğini ifâde etmiş; onun bu yakınlıkla ilmin köklerine kadar vâsıl olacağını ve nübüvvete dâir ilimden büyük bir pay alacağını haber vermiştir:

“Bu ilim, Allah’ın ‘Hikmetü’l-‘ulyâ’sından, yâni en yüce Hikmet’inden alınmıştır. Has menzillerin yakınlığı içinde, Vahdâniyyet nûru ile başlayan ilimden nüksetmiştir.”

“Allah’ın Hikmetü’l-‘ulyâ’sına kadar ulaşabilenler, O’nun vahdâniyyet’inin içinde yürüyenler, ya da has meclislerde Vech-i Kerîm’e vâsıl olanlar... İşte bunlar peygamberlerle neredeyse aynı seviyede bulunan ‘Hassü’l-has’ muhaddeslerdir!”

“Bu muhaddesler öyle kimselerdir ki, peygamberlerin menzillerine kadar yaklaşabildikleri için, neredeyse peygamberlere karışırlar. Onların nûru peygamberlerin yakınlık nûrundan daha da büyüyebilir. Buna nüfûz ettikleri taktirde, ilâhî tedbirin esâsına ve ilmin köklerine kadar vâsıl olurlar.

Muhaddesler derecelerine göre Nübüvvet’ten de pay alırlar. Nitekim onların kimine Nübüvvet’in yarısı verilir.

Onlardan bir kimseye bundan daha da fazlası verilir ki, ona bu güçle peygamberlerin seçkinlik ve temizliği de verilir. İlâhî Nûr, ona işte bu güçle verilir. Bu güçle ona yakınlık da verilir. Bu güçle ona Hakk ile konuşabilme de verilmiştir. Onun mevcûdiyeti de işte bu güce göredir.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-den güzel yön, düzgün hidâyet ve iktisat hakkında;

‘Nübüvvetin yirmi dört cüz’ünden bir cüz’dür.’ şeklinde bir rivâyet gelmiştir. Bunların hepsi, kendi yolları içinde Allah-u Teâlâ’ya seyreden müridlerde dahî mevcutken, vâsıliyyetle nasıl mümkün olmaz? Bu meclisler içindeki, Hadîs menzillerinden olan ilâhî meclislerde nasıl vâr olmaz?

İşte bu tabaka bu ilâhî harflerden her harfi bilir. Her kelimenin hâkimiyetinin ortaya çıkışıyla, ilâhî işler üzerindeki gücüyle ve ilâhî işler hakkında elde ettiği fayda ile, ilâhî ilme göre onu isimlendirmeyi de bilir. Vakar ve hürmetten de kendisine pay verilerek, tevdî’ olunan kelimenin mânâsından faydalanılması gerekeni elde eder.” (“Kitâbu ‘İlmü’l-Evliyâ’”; Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphânesi. Haraççıoğlu, nr.: 806, vr. 29a-29b)

Görüldüğü üzere Hazret, “İlâhî Nûr ona işte bu güçle verilir.” buyuruyor. Böyle olmadı mı? Bu doğrudan doğruya ilâhî bir lütuftur, bir destektir. Bu işler ancak O’nunla olur, beşerin işi değildir!

Bu bir “Cihâd-ı ekber”dir, bu iş ulü’l-azm peygamberlere âit bir iştir. Fakat Allah-u Teâlâ ona da aynı gücü verdiği için, onlara yaptırdığını buna da yaptırdı. Bunlar hep Allah-u Teâlâ’nın lütfudur, mahlûk bunu yapamaz. O yürütüyor, O söyletiyor, tesirini de O halkediyor; yâni O yönetiyor. Belli ki bu mahlûkun işi değil.

Vurduğumuz yeri yıktık! Bunlar birer bentti, dindi, puttu; fakat bu putların hepsi yıkılıverdi, hepsi de rezil oldular! İsimleri varsa da cisimleri yok. Keş’âneleri var amma hepsi vîrâne oldu. Halbuki bunlar hükümetin içinde hükümet idiler!

O gücü kim veriyor? O veriyor! O desteği kim veriyor? O veriyor! Bu bilgiyi kim veriyor? O veriyor! İlmi kim veriyor? O veriyor! Bu cihad bu güçle yapıldı. İlâhî bir güç olmasa, bunu mahlûkun yapması mümkün değildir. Peygamberleri O gönderdiği, desteği de O verdiği gibi; “Muhaddes”in durumu da budur. O robotu ileri sürer, robot da o işi yapar. Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin diğer bir ifşaatında; “İçinde O var!” buyurması zâten bunun işâretidir.

Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye” adlı eserinde, Hâtemü’l-evliyâ’nın bu tecelliyâtından sözederken şöyle buyurmuştur:

“Bu husustaki en güzel nazar, Hakîm et-Tirmizî’nin nazarıdır:

‘İstenilen şeyi istenildiği an, istenildiği gibi yap! Mevcûdâtın içine nazar edilirse Hakk’ın benzeri bir sâhip bulunmaz; O’nun seni sâhiplenmesinden daha güzel bir sâhiplenme de olmaz!’” (“Fütûhâtü’l-Mekkiyye”; c. 3, s. 88, bas.: Beyrut, 1994)

Buradan anlaşılıyor ki onun sâhibi O’dur, onu yöneten O’dur, onu yürüten O’dur. Bütün işler O’nunla yapılıyor, insan ise bir robot gibidir.

“Muhaddes”in gerçek mânâsı da işte budur. O ona ondan daha yakın, O ona istediğini duyuruyor, istediğini gösteriyor, istediğini bildiriyor; onu O ileriye sürüyor, onu O destekliyor.

Niçin?

Ona ondan daha yakın olduğu için. Ve fakat halk onu görmüyor. Şunu da iyi bilin ki; O her şeyden her şeye yakındır, dilediğine kendisini hissettiriyor. O’nsuz bu işlerin olması mümkün değil; bu güç Hakk’ın gücü, halkın gücü değil!..

 

Hakk’ın, Hâtemü’l-Evliyâ’daki
Ölçüye Sığmayan Tecellîsi:

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü’l-evliyâ’” kitabı’nın son bölümünde; Hâtemü’l-evliyâ’nın ilk devirdeki öncülerden amel yönünden değil, derece yönünden öne geçeceğini beyân ederken;

“Tartı kalplerde herhangi bir şey bulunmadığı vakit, ameller için kurulur. Kalplerde bulunan herhangi bir şey mîzâna zâten sığdırılamaz.” buyurmuştur. (“Hatmü’l-evliyâ”, s. 428)

Bunun gizli mânâsı nedir? İlâhî tecelliyât kalpte oldu mu, terâzi onu tartamaz!

Onun buradaki murâdı:

“İçinizde... Görmüyor musnuz?” (Zâriyât: 21)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere Allah-u Teâlâ’dır. Bu zât bu noktaya işâret ediyor. O’nun tecelliyâtına mazhar olanların terâzisi yoktur. Çünkü Allah-u Teâlâ’yı tartacak bir terâzi yoktur. Bu da neye delâlet eder?

Nitekim daha önce de bu zât, bu sırrı şöyle beyân etmişti:

“O öyle bir kimsedir ki, ona yeryüzünde: ‘Ey Vâhidî!’ diye nidâ eden doğru söylemiştir.” (“Nevâdirü’l-Usûl”; c. 1, s. 613, bas.: Beyrut, 1988)

Buraya işâret ediyor, fakat çok kapalı ve üslûplu konuşuyor; yâni “Böyle olanlar da var!” diyor. İşte bunları kastediyor.

Bunlar Allah-u Teâlâ’nın seçtiği kimselerdir ve kayıtlı mânâda olanlardır. Buradaki üstünlüğün târifi mümkün değildir. Neden mümkün değil? “O”ndan ötürü!..

Bu da O’nun dilemesi ile mümkün olur. O lütfetmedikçe mahlûkta hiçbir şey bulunması mümkün değildir. Ezelden koyduğu için o koyduğu şey ağır gelir.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri konuşmasını çok iyi bilen, çok derin bir âlim. Allah-u Teâlâ’nın duyurduğunu duyan ve O’nun duyurduğunu halkın anlayacağı şekle koyan bir zât.


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 69 ziyaretçi (461 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol