islamilminfazileti
  Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (91) Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (4)
 
HÂTEM-I VELI

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (4)


Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (91)

 

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (4)

 

Hâtemü'l-Evliyâ'ya Verilen İlim ve Hikmet:

Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Marifeti Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde şöyle buyuruyorlar:

"O'nun ilmi râsih, nasibi yüce, Nûr'u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir." (s. 73)

Yine eserinin bir noktasında;

"İki ilmin tahsisine erdirilir ve iki isimle kendisine hitap edilir." buyurmaktadır. (s. 19)

Onun ilmi ilmullah'tır, yani ona ilim Allah-u Teâlâ tarafından gelir. O doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'nın ilmiyle, hilmiyle ve desteğiyle yürüyor.

Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm'a hitaben:

'Yâ İsa! Ben senden sonra öyle bir ümmet getireceğim ki, onlar sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa Allah'a hamd ve şükrederler. Hoşlanmadıkları bir şeye rastlarlarsa sabrederler ve Allah'tan ecir beklerler. Bunların ilimleri ve hilimleri yoktur.' buyurdu.

İsa Aleyhisselâm: 'Yâ Rabb'i! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onlardan bu işler nasıl sadır olabilir?' diye sordu.

Cenâb-ı Hakk: 'Onlara kendi ilmim ve hilmimden ihsan ederim.' buyurdu." (Ahmed bin Hanbel)

Onun için çok yüksek olacak. Niçin? Allah-u Teâlâ'nın ilmi ve hilmi olduğu için.

Muhyiddin İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûsu'l-Hikem" adlı eserinde şöyle buyurur:

"Şu hâle göre de Hâtemü'l-evliyâ hakikat ve derecesi itibâriyle âlim, cismânî ve unsurî benliği itibâriyle câhildir. Demek oluyor ki, asıl olan varlık birbirine benzemeyen sıfatlarla vasıflanmayı kabul ettiği gibi, Hâtemü'l-evliyâ da birbirine zıt sıfatlar takınmayı kabul eder. Celîl ve Cemîl, Zâhir ve Bâtın, Evvel ve Âhir gibi. Halbuki o kendi nefsinin aynıdır, kendisinden başka değildir. Fakat o, hem bilir hem bilmez, hem anlar hem anlamaz, hem görür hem görmez." ("Fusûsu'l-Hikem ve't-Ta'lîkat aleyhi"; s. 65-66. Beyrut, 1946)

Allah-u Teâlâ onu kendi ilmiyle münevver etmiş, her hakikati duyurmuş; amma onun hiçbir tahsili, hiçbir bilgisi yok, hiçbir şey bilmez. Allah-u Teâlâ bildirince, onun muallimi O olunca, hepsini bilir.

Bu ihsan edilen ilim "Has ilmullah" olduğu için, bu ilmin üstünde de ilim yok. Onu ancak dilediğine vermiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ilmi var mıydı? Herhangi bir kimseden ilim tahsil görmüş müydü? O ümmi idi, yazısı bile yoktu.

Ümmi olunca, her şeyin muallimi olan Hazret-i Allah öğretti. Şimdi saf ilmullah oluyor. Hiçbir ilim, hiçbir zan, hiçbir vehim karışmıyor. Dikkat ederseniz herkesin az çok bir ilmi var. Bu fakirin ise bir gün tahsili yok, o saf ilim bugün akmış. Çünkü ben bir tek harfi izah edecek durumda değilim. Açıkça da söylüyorum bu ilmin benimle hiçbir ilgisi yok, Rabbü'l-âlemin ne döktüyse odur. Şimdi odur deyince benden çıkıyor, Sahib'im olan Hazret-i Allah'ın hükmü ve kelâmı olmuş oluyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin." (Şûrâ: 52)

"Resul'üm! Seni okutacağız da hiç unutmayacaksın." (A'lâ: 6)

Fakir, hiçbir yerden tahsil görmedim, hiçbir şey de bilmiyordum. Gelen o kanaldan geliyor, hazine-i ilâhî'den akıyor. Yani hazine-i ilâhî'den Resulullah Aleyhisselâm'a gelen kanal devam etmektedir. İlhâmât-ı ilâhiye'nin hududu yoktur.

Abdülgânî en-Nablûsî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'n-Nusûs" adlı eserinde, velâyet ilimlerinin alındığı asıl kaynak olan Hâtemü'l-velâye kandili ile ilgili olarak şu malûmatı vermiştir:

"Kıyâmet gününe kadar her devirdeki veliler bu ilmi ancak Hâtemü'l-velî'nin, o zamandaki velâyet kandilinin nûrundan görebilirler." ("Cevâhirü'n-Nusûs", vr. 36)

Yani Allah-u Teâlâ onu halkettiği zaman ona bir nur bahşetti. Bu nur bir kandil mesabesine konursa, kıyamete kadar gelecek bütün veliler, o kandilin nur ışığından görebilecekler, eserlerini ve hakikatleri oradan çözebilecekler.

İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi'nde muhafaza edilen "Kitâbu'n-Netîce" adlı eserinde ise, Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın kitaplarının Hazret-i Kur'an'la dolu olacağını, bu ilmin has bir ilim olduğunu iki asır öncesinden haber vermektedir:

"Bu bir ilimdir ki, hakîmin aklı bunda müncemid olur. (Hikmet sahiplerinin akılları donar kalır.)"

İlm-i ilâhi olduğu için, ilmullah olduğu için, has bir ilim olduğu için onlar buraya nüfuz edemezler, hayret ve hayranlık içinde kalırlar. Bu ilim ilmullah olduğu için böyledir.

"Bu bir şekildir ki, bunun neticesine kimse ermez ve ilmî dairesine bir fert girmez." ("Kitâbü'n-Netîce"; Genel, nr.: 1136, vr. 248a)

Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz âhir zamanda ilâhi hüccet ve hükümleri ayakta tutacak olan topluluktan bahsederken bir noktasında şöyle buyurmuştur:

"Bu şekilde ilim, onların içlerine tam mânâsıyla sirâyet eder." (Ebû Tâlib el-Mekkî, "Kûtu'l-Kulûb", c. 1, s. 134)

Allah-u Teâlâ ilmi onların içine yerleştirir, O yerleştirmezse hiçbir şey olmaz. O yerleştirecek. Çok gizli bir hususu arz edeyim:

O'nun yerleştirdiği ilmi O korur, O'nun yerleştirmediği ilmi şeytan korur. O kadar ince bir noktadır. Çünkü O'nun yerleştirdiği ilimde harikulâde haller olur, kişi zerre kadar kendine mâletmez. Diğeri küçücük bir şey yapar, dev gibi yaptığını zanneder. İşte o da şeytandandır.

İşte bütün yanılmalar buradan doğuyor. Tutulanlar o tutma ile tutuluyor, kayanlar bu noktadan kayıyor. Yani tutulma noktası ile kayma noktası burasıdır. Meğer ki seni O tutacak. Hep hıfz-u himaye, tasarruf-u ilâhiye. Eğer seni koruyup hıfz-u himayesine alırsa, seni O yürütürse kurtulursun!

İlmin içlerine tam manasıyla sîrâyet etmesi ise onların, daha doğrusu öncüleri olan zâtın bâtınına yerleştirilen hikmetle alâkalıdır. Ona verilen "İlmullah" bütün ilimlerin özü olduğu gibi; hikmet de bütün hikmetlerin aslı ve kaynağıdır.

Bu hikmet ise "Hikmetin hikmeti" olarak bilinen "Hikmetü'l-Ulyâ"dır.

"Hikmetü'l-Ulyâ"; ilâhi emir ve hükümlerin mana ve tevilini, nüzûl sebeplerini; Allah-u Teâlâ'nın tedbir ve takdirine mahsus incelikleri hâvi olan en büyük hikmettir. Bütün ilâhi hikmetlerin özü bu hikmette gizlidir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 25 ziyaretçi (181 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol