islamilminfazileti
  EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN “HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (60)
 
HÂTEM-İ VELİ

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (2)


EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (60)

 

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (2)

 

Tasavvuf ehli arasında “Fusûsu’l-Hikem” kitabı’nın ilk şârihi olarak bilinen ve bilhâssa nübüvvet, velâyet ve “Hâtemü’l-velâye” hakkındaki beyanları ile büyük bir alâka gören Şeyh Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, “Hâtemü’l-velâye” hakkındaki en köklü ve esaslı açıklamalarını ihtivâ eden “Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî” isimli eserindeki beyan ve ifşâatlarına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

Hâtemü’l-evliyâ’yı Hem Yüksek,
Hem Düşük Kılan Makam:

Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî” isimli eserinde, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın şerîatına tâbî oluşunun, Hâtemü’l-velâye mertebesinde herhangi bir noksanlık meydana getirmediğini beyân etmiş; onun tam ve kâmil bir verâsetle onun velâyet mertebesine vâris olup, bu mertebeden bütün resûl, nebî ve velîlere tasarrufta bulunduğunu haber vermiştir:

“Onun Hâtemü’r-resûl’ün şeriatına ittibâ ve iktidâ edişi, Hâtemü’l-enbiyâ’ya bağlı olan Hâtemü’l-velâye makâmının ulviyetinde bir noksanlık meydana getirmez. Zîrâ birbiri için gerekli olan iki şeyden biri velâyet’tir. Hakk’ın en ulu Resûl’üne tâbiiyyetin, O’nun verâsetinin, muttalî olma ve müşâhade etme şerefine tâbî olan, verilme ve vâris olma meşrûiyyetinin sağladığı yardım ve hâkimiyet işte budur. O başka bir cihetten, ona göre daha yüksek bir cihette bulunur. Daha doğrusu, kendisine bağlı olduğu nübüvvet yönünden, velâyeti bakımından bir cihetten düşük olduğu gibi; onun velâyet yönü bir bakıma, tâbiiyyet cihetinden daha yüksek olur.

Herhangi bir velînin bir peygamberden yüksek olduğu düşünülemez. Böyle değil; belki ancak, sıradan bir şekilde tâbî olmuş bir velî ile, bütün velâyet mertebelerini kendinde toplamış bir tâbî arasında; veyâ aynı şekilde, kendisine tâbî olunanın kendisiyle arasında meydana gelmiş bir üstünlüktür. O, zâhir ve tâhir şerîatı husûsunda tâbî konumunda bir kimse olduğu hâlde, velâyet makamları husûsunda kendisine tâbî olunan bir kimse olarak daha yüksek olur.” (Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 135b-136a yaprağı.)

 

Hâtemü’l-Enbiyâ’nın Hâline, Zâtına
ve Ahlâkına Tâbî Olan Kâmil Vâris:

Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Şerhü’l-Fusûs“undaki başka bir ifâdesine göre Hâtemü’l-evliyâ; Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın mertebesine, zâtına, hâline, ahlâkına ve yaptıklarının hepsine tâbî olan en kâmil vâristir ve bu verâset ona ne eksik, ne de fazla olmaksızın, doğrudan doğruya ondan intikâl etmiştir:

“Hâtemü’l-velâye’nin Allah’ı bilme cihetinden en kâmil kimse oluşu sahih olunca, bu hususta diğer velîlerin ve onlardan başkalarının tâbî olduğu bir kimse olması da sahîh olur. Hurma aşılamayı bilmenin yokluğu Hâtemü’r-resul’ün hatemiyyet kemâlinde bir noksanlık meydana getirmediği gibi; bu has üstünlük de, onun ona tâbî oluşu hakkında herhangi bir aykırılık meydana getirmez, onun her yönden tâbî olunan bir kimse olmasını da gerektirmez.

Bu Hâtemü’l-velî, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in mertebesine, zâtına, hâline, ahlâkına ve yaptıklarının hepsine tâbî olan vâristir. Bu iki Hâtem’in kendi aralarındaki münâsebet ve mütâbakatları hakkındaki meşrûiyyet, bahsettiğimiz şeylerin tümünde de meydana gelir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in Allah’ı bilme ve bütün meşrû amellerde verâsetinin kemâli de; ona ne bir eksik, ne bir fazla olmaksızın, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in öğretmiş olmasından ileri gelir.” (Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 136b yaprağı.)

 

Hâtemü’l-enbiyâ ve
Hâtemü’l-evliyâ’nın Ahlâkı:

Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri diğer bir beyanlarında, ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için resul ve nebî sıfatıyla gönderilen Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın ahlâkının “Allah ile ahlâklanmak”tan ibâret olduğunu ortaya koymuş; onun bâtını olan “Hâtemü’l-velâye” mertebesi Allah ile kâim olan bir mertebe olduğu için, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın da, Allah ile ahlâklanma ve ahlâkın güzelliklerini tamamlama husûsunda ona vâris olacağını beyan buyurmuştur:

“Hâtemü’n-nübüvve -sallallahu aleyhi ve sellem-, resullerden olan hiçbir vârisinden uzak olmayan, bu resullerin icrâ ettiği hâllerin tümünü kendi mîzâcında icrâ ettiği ‘Ahlâk’ın güzellikleri’ni tamamlamak için gönderilmiştir ki; bu nebî ve resul’ün velâyeti hakkındaki makâmı Allah ile kâim olduğu için, aynı şey; amelleri, hâlleri, ilimleri, müşâhadesi ve varlığı husûsunda ona tâbî olan bu velî için de geçerli olup, Muhammedî vârislerin en kâmili olan bu kimseden de uzak değildir.” (Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 137b yaprağı.)

 

İki Bedende Bir Ruh:

Hazret gerek Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın, gerekse Hâtemü’l-evliyâ’nın aslının, bir olan Muhammedî hakîkat olduğunu beyan buyurmuş; bu aslın Hâtemü’l-enbiyâ ve Hâtemü’l-evliyâ sûretinde, iki bedende tek bir ruh olarak, küllî Muhammedî nübüvvet’ten ibâret olan “Hatemü’n-nübüvve” mertebesine ve mutlak Muhammedî velâyetten ibâret olan “Hâtemü’l-velâye” mertebesine yerleştirildiğini ifâde etmiştir:

“Bil ki, velâyet-i hâssa-i Muhammediyye’nin -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisiyle hatme erdiği, Muhammedî sûretlerden bir sûret olan Hâtemü’l-evliyâ; unsûrî varlığından önce velî olması ile, ilminde Hâtemü’r-rüsul’ün hikmetlerinden bir hikmet olur.

Bahsi geçen küllî Muhammedî hakîkat, nübüvvet mertebesinde O’nun tecellîsinin en kâmil mazharına vâcip kılındığı gibi; velâyet mertebesiyle ilgili olarak da, O’nun zâtî tecellîsinin en kâmil mazharına vâcip kılınmıştır. Dolayısıyla bu iki Hâtem’in ‘Nübüvvet’ ve ‘Velâyet’ diye adlandırılan iki mertebede, tek bir hakîkatin sûretini resmetmesi uzak görülmez. Zîrâ onun hakîkati de, bahsi geçen insânî kemâlin küllî Muhammedî hakîkatidir. Onun hikmetleri ise ‘Biz bir bedende iki rûhuz!” sözünün öne çıkmasıyla nükseder. Aslında bununla ilgili olarak, ‘Biz’ şeklinde bir beyânın çıkması dahi sahîh değildir. Lâkin (bu), ikisinde bulunan şeyi göremeyen birine bilmediğini bildirmek için söylenmesi yönünden, ikisinden de hulûl ve birleşme yönünde sözeden bir kimsenin nisbet şeklidir. Aslında ikisi hakkında da asıl söylenmesi gereken; ‘Biz iki bedende tek bir rûhuz!’ sözüdür.

Şu hâlde kâmil bir nübüvvet ve şümullü ihâtâ edici bir velâyet’le tanınan Hâtemü’r-rüsul’ün vâroluş hâli olan; ‘Âdem su ile toprak arasında iken peygamber oluşu’nun, bu Hâtem -radiyallâhu anh-le ilgili olarak da zikredilmesi, (onun) Hâtemü’r-rüsul’ün nübüvvetini müşâhade edebilmesi ve peygamberlerin ve velîlerin kâmil ruhlarına öncülük etmesi nasıl mümkün olmaz?” (Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 140b-141a yaprağı.)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 29 ziyaretçi (223 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol