islamilminfazileti
  HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (33)
 
HÂTEM-İ VELİ

Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî -Kuddise Sırruh-


HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA
RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (33)

 

Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî -Kuddise Sırruh-

 

"Hatmü’l-evliyâ" kitabı’nı neşrederek, bin küsür sene önce, beşeriyet âlemini ilk kez velilerin sonuncusu olan zâtın varlığından ve mânevî kemâlâtından haberdar eden; velîlerin "Hakîm"i, Şeyh Ebû Abdullah Muhammed bin Ali et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, bu zâtla ve üzerinde taşıyacağı mânevî lütuflarla ilgili olarak önceki eserlerinde ortaya koyduğu; günümüze kadar hiç üzerinde durulmamış olan beyan ve ifşaatlarını nakletmeye devâm ediyoruz.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü’l-Usûl" kitabı’nda Allah-u Teâlâ’nın vahdâniyyet’inde ferdleşen bu zâtın mânevî cihetini kâmil ve mükemmel üslûbu ile beyân ederken; "Yürüyün! Müferridler yarışı kazandılar!" Hadis-i şerif’ini bu husûsa delil olarak göstermiş ve O’nun zikrine bütün benliği ile daldığı bu Hadis-i şerif’te açıkça beyân edilen bu velînin, aklının nûrunun Vech-i kerîm’in nûru karşısında yokolup gideceğini haber vermiştir:

"Bütün benliği ile dalan o kimsedir ki, aklını yitirip kontrolünü kaybeder. Konuşurken kendinden geçmiş gibi, konuşmasında ne dediğini bilmez. Vâhid’in vahdâniyyet’i husûsunda, kalbi eşsiz ve benzersiz olup "Ferd"leşir. Celâl ve Cemâl’den O’nun vahdâniyyet’ine ulaşması mümkünleşir. Bir hudud ve güç yetirebileceği malûm şeylerle sana kâim kılınan aklın (o anki) durumu nedeniyle, Vech-i Kerîm’in nûru onun aklının nûrunu söndürünce; O’nun zikrinde sanki kendini kaybetmiş gibi, kontrolünü yitirmiş gibi olur. Aklı söndüğü zaman, artık onun ameli de yokolur. İşte Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benliğiyle dalan odur." ("Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdisü’r-Resûl", c.1, s.613-614. bas.: Beyrut, 1988)

Hazret, "Kitâbu’r-Riyâze" isimli eserinde; Allah-u Teâlâ’nın bu kulunu nasıl bir himâye ile koruduğunu, ondaki şehvânî hareketleri nasıl yokettiğini ve onda zuhur eden bu aklın "Ulü’l-elbab" dan başka bir şey olmadığını çok açık bir biçimde beyân ederek şöyle buyurmuştur:

"Allah ile düşündüğünü, Allah ile konuştuğunu, Allah ile işittiğini, Allah ile baktığını ve Allah ile yürüdüğünü tasavvur dahî edemediğimiz bir kulun; dünyâ diyârındaki meşgûliyeti, eserleri ve hareketleri acabâ nasıl olur!

O’nunla konuşan dedi ki: Bu nasıl olur?

Buyurdu ki: Allah’ın kendisinde gizlendiği bu kul; O’nun idâre ettiği, koruduğu, gözettiği ve kendi adına hareket ettirdiği bir velîdir. Nitekim O, onun içindeki şehvetleri öldürüp, onu bizzat kendi ortaya koyduğu şeylerin içinde bulundurur. Onu kendi Nûr’u ile açıp, zorlukları kendisine kolaylaştırır. Onda Ulü’l-elbâb’ı meydana getirerek; sebepler, ilâhî himmet ve idrak husûsunda da kendisine istimdat eder. O da konuşurken hikmetle konuşup, tefekkürle açıklar. Bakarken ibretle bakar. Yürürken heybetle yürür. Tutarken kuvvetle tutar. O onun kalbini lüzumsuz düşüncelerden meneder, ilâhî tedbir ile ilgili işlerde de ondan selbeder. İşte bunların hepsi, hakikatıyla Kitap’ta ve haberde mevcuttur." ("Kitâbu’r-Riyâze ve Edebü’n-Nefs", Es’ad Efendi, no.: 1312, 10b-11a yaprağı.)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri O’nunla tuttuğunu, O’nunla yürüdüğünü, O’nunla düşündüğünü, O’nunla baktığını ve bu nedenle de önderlik husûsunda ebedî kılındığını "Hatmü’l-evliyâ" başta olmak üzere pek çok kitabında haber verdiği bu velînin, bu lütufla öne geçirilmesinin mâhiyetini ve O’na eriştirilmesinin sebeplerini, Re’y’de bulunan talebelerinden birine yazdığı cevapta şöyle izâh etmektedir:

"Allah seni muvaffak kılsın! Eşyâda O’nunla olmak; dünyâda da, âhirette de yakınlık menzillerine O’nunla ulaşmak... İşte bu nedenle O, ona her devirde ve her hâl üzre sana öncü olmayı vâcip kılar. Şu kadar var ki o, dünyâda O’nun kabzasındadır; O’nunla kalkar, O’nunla oturur, O’nunla mukâbele eder, O’nunla tedbirde bulunur, O’nunla daralır, O’nunla genişler; O’nunla işitir ve görür, O’nunla bilir ve düşünür.

Ahiret’tekine gelince; sana O’nun Resul’ünün hediyesini, müjdesini ve armağanı ile berâberliği verir.

Zirâ onunla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:

‘Ölen kimse Allah’a yaklaştırılanlardan ise; ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.’ (Vâkıa: 88-89)

İşte bu kula onun da öncülüğünü buldurur. Kendisini vasfettiğimiz ve kendisine izâfe ettiğimiz şeye hazırlar. Bahsettiğimiz şeye göre de, gelecek her şeyi kendinde hazır bulur." ("Cevâbu Kitâbu mine’r-Re’y", s.184. bas.: Beyrut, 1992.)

Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın dünyâda O’nun himâye ve tasarrufu, âhirette de O’nun emniyeti içinde bulunacağını beyân eden Hazret’in yukarıdaki sözlerini; "Nevâdirü’l-Usûl" isimli eserinde mağfiretin derecelerini ve "Heybet" ve "Üns" mertebesi ile "Ferdâniyyet" mertebesi arasındaki farkı beyân ederken, daha açık ifâdelerle ortaya koyduğu görülür.

O’nun bu mertebede, önceki iki mertebeyi de üzerinde toplayacağını beyân eden Hazret, onun kalbindeki şeyi dünyâda iken târif etmenin mümkün olmadığını; Allah’ın "Emîn" i ve "Muhaddes" i olan bu zâtın tüm bu lütuflara rağmen O’ndan son derece korkup çekindiğini ve bu vasıflarıyla onun dünyâda da, âhirette de ilâhî bir delil olacağını ifşâ ederek şöyle buyurmuştur:

"Bil ki, mâğfiret için birtakım dereceler vardır. Resul -sallallahu aleyhi ve sellem-in gerek önceki, gerekse sonraki günahları mağfiret edilmiştir. Ondan sonra onun, bundan hâlî olmayan ameli de iyi amellerle mağfirete uğramıştır."

"Dünyâda iken O’nunla Üns’ten bol hisse alan her kişiyi, buradaki bir örtü kendi günahlarından perdeler. O’nun Allah-u Teâlâ ile ünsiyeti iyice artar. Kalbi O’nun katındaki Cemâl mülkü’nde bulununca, O’nun cemâlinden destek görmesinden ötürü Allah-u Teâlâ ile ünsiyet eder. Onda artık üns ağır basar ve yarın arzulandığı günde de onun Üns’ü ile karşılanır. Kalbi O’nun katındaki Celâl mülkünde bulunan kimseye gelince, onda ise Heybet gâlip gelir ve yarın da O’nun emniyeti ile karşılanır.

Kalbi O’nun katındaki, O’nun melikliğinin Mülk’ünde bulunan kimsenin ise, Cemâl ve Celâl mülkünü aşıp, O’nun vahdâniyyet’ine kadar ulaşması, O’nun ferdâniyyet’inin içinde O’nunla ferdleşmesi dahî mümkünleşir. İşte onlar o gün hafif olarak gelirler.

Onlar işte bu halvet sâyesinde, O’nun katındaki sıfatların ilmi bitip tükenerek, kalpleri Mülk’ün Melîk’inde bulunan; kalplerindeki şey dünyâ gücü ile târif edilemeyen, O’nun yeryüzündeki emînleridir. Onlar yarın da bir dâvetçi tarafından karşılanırlar.

İşte o, O’na kulluk husûsunda Heybet sâhibidir. Zirâ O ona kendi işlerinden olan her işte, büyük bir korku ve dehşetli bir tehlike üzerinde tutarak, âdetâ canını çıkartır gibi farklı bir şekilde muâmele eder. O, aynı zamanda O’na kulluk ve amel etme husûsunda da Üns sâhibidir. Ne var ki, onu kendisine atfetmeye meylettiği vakit, bunu kendisinden gizler. O’nu kendisine yükselterek kendisine muhabbet eder. O, O’nun emniyeti hakkında şaşkınlık sâhibidir. O’nun ilâhî kabzasının içinde bulunduğu için, âdeta itminan bulmuş gibidir. O, O’nu kendi adına kullanır, kendi adına kullanmasıyla da ilâhî işler üzerinde şerefini arttırır.

O dünyâda da bir delildir, âhirette de bir delildir.

O, O’nun genişletmesiyle genişe çıkan bir Emîn’dir. Aynı zamanda o Muhaddes’tir. O Heybet sâhibi ve Üns sâhibi olan ilk iki sınıftan çok daha ulu ve yücedir. Zirâ Üns sâhibi Melik’le ünsiyet ederek genişe çıkar, bu ise bizzat Melik’le genişe çıkar. Melik’le genişe çıkanla, Melik’in Üns’ü ile genişe çıkan elbette ki birbirinden daha farklıdır." ("Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl", c.1, s.656-657)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin "Nevâdirü’l-Usûl"deki başka bir ifâdesine göre, o Allah’ın azâmeti karşısında korkup ürperen ve bu korkuyla âdeta kupkuru kesilen, kanı kuruyup çekilen bir kul olduğu için; Rabb’i ile ferdleştiği bu mertebeden uzak kalınca, O’nun haşyet ve heybeti ile, bu mertebeye tekrar dönmek için ağlayıp gözyaşı döker.

Zirâ o her hususta olduğu gibi bu hususta da "Ferd"leşmiş, kimseye nasip olmayan ilâhî bir lütfa erişmiştir:

"Sâbıkların ağlaması haşyet ehlinin, iştiyak duyanların ve hüzünlülerin ağlamasıdır. Onlar Allah-u Teâlâ ile olan ilgilerine göre ağlarlar. O onun Celâl’ine nazar edince ağlar, Cemâl’ine nazar edince güler.

Bu menzilin ötesine geçen kişi bundan çok daha şereflidir. O kalbindeki bu derin okyanusların daha da derinine inebilmek için ağlar. İşte buna sâhip olan kimsenin kalbi O’nun vahdâniyyet’i husûsunda "Ferd"leşmiştir. Onun aşağısında kaldığı zaman, tekrar yükselebilmek için, onu telâfi edinceye kadar onun için ağlar. Kendi asıl mertebesine dönebildiği zaman da, O’nun korkusu nedeniyle âdetâ kanı kuruyup çekilir. Onu yükselten Heybet kendini gösterip, birdenbire kupkuru kesilir. Yükselmesi durunca da tekrar ağlar. Onun durması da, O’nun kulunu kendinden uzak tutmasıdır. İşte bu (uzaklık) onu hem yükseltir, hem de ağlatır." ("Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl", c.2, s.12.)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 69 ziyaretçi (416 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol