islamilminfazileti
  Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (98) Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (11)
 
HÂTEM-I VELI

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (11)


Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (98)

 

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (11)

 

Nisan 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Hâtemü'l-Evliyâ Hakkında Mühim Bir Sır:

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri, Kur'an-ı kerim'de geçen Mâide Sûre-i şerif'indeki Âyet-i kerime'lerden çıkardığı işaretle Hatem-i veli'nin "Vâhidü'l-Ehad"a secde edeceğinin yer aldığını haber vermiştir.

Hazret:

"Onu tevhîd edeceği, şâhitlik edeceği ve Vâhidü'l-Ehad'a secde edeceği yer alır." buyuruyor. ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ ve Şemsü'l-Mağrib", s. 72-75, bas.: Muhammed Ali Sabîh Matbaası, Mısır, 1954)

Size bir sır verelim; bir kulun Hazret-i Allah'a en yakın olduğu yer bir secdedir, bir de gönüldür.

Ey ulu Sahib'im! Bu hükümsüz mahlûkuna neler lütfetmişsin, neler lütfetmişsin. Bu lütuf nerede başlıyor. İki ruhu yaratmasıyla başlıyor, sonra dilediği şekilde tecelli etmiş...

Allah-u Teâlâ'nın bu sevgili kullarının kalbine girebilmek muhafaza kabıdır. O kalbe girmek demek, muhafaza kabının içine girmek demektir.

Ebu Zerr-i Ğıfârî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Allah bir kula hayır murad ettiği zaman, onun kalbinin kilidini açar. Onun kalbinde yakîn ve sıdk hasıl eder. Onun kalbini, içine girenleri koruyan bir muhafaza kabı kılar ve o kimsenin kalbini selim, lisanını sadık, ahlâkını müstakim, kulağını işitici ve gözünü de görücü kılar." (Râmuz el-Ehâdis)

Kim ki onların kalbine girerse; o kişiyi muhafaza ettiği için, onu da muhafaza eder.

Hadis-i şerif'te geçen "Kalbin kilidinin açılması" çok mühimdir. Kilit içeriden açılır. Allah-u Teâlâ o kalpte tecellî edecek ki senin kilidini açsın. Her kilit dışarıdan açılır, kalp kilidini Allah-u Teâlâ içeriden açar. Açtıktan sonra dilediği esrârını duyurur. Bu esrâr odasına giren kimse, bir Mürşid-i kâmil'in esrârına mazhar olur.

Böyle bir kalbe girmek bu kadar büyük saâdet olduğu gibi, o kalpten düşmek de o kadar büyük felâkettir.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'miz "Fethü'r-Rabbânî" isimli eserinin "5. Meclis"inde şöyle buyuruyorlar:

"Yakınlık buradan başlar. Mülk burada, ün, saltanat bu ufukta. Beylik yine bu yolda. Köşkünü buraya kuranın, zerresi kocaman dağ olur..."

Oraya kuran Hakk'ta kuruyor. Ben hükümsüz ve değersiz olduğuma göre hüküm ve değer Hazret-i Allah'a aittir. O kalbe girenler Hazret-i Allah'ın köşküne kuranlar oluyor.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri diğer bir ifşaatlarında bu hususta şöyle buyuruyor:

"Bunun gibi onun ilmine, velâyetine ve sanatına varis olan talebeleri, canının ve gönlünün oğulları da aynı derece ve değerdedir." (Fütuh'ul-Gayb, 33. Makale)

Yetişenlere, gönüle girenlere ne mutlu. Bu bir saadet-i ebediyedir. Yanında bulunmak marifet değil, gönlünün içine girmek marifettir. "Girdim!" demekle girilmiyor.

 

Evvelkilerin Tâbi Olduğu Kimse:

Muhyiddîn-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyuruyorlar:

"Hakk Teâlâ en büyük imamı vârettiği vakit, evvelkilerin de tâbi olduğu kimse olur." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ", Şehid Ali Paşa: 1287, 46b yaprağı)

Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri onun elini kabul etmekle emrolunmasının mânâ ve hikmetini ise şöyle açıklıyor:

"Nitekim şöyle buyurmuştur:

'Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların eli üzerindedir.' (Fetih: 10)

Bu makama büyük seçkin Peygamber'den sonra, Hatmü'l-evliyâ'dan başkası erişemez." ("Anka-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ", Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 46b)

Bunun da hikmeti; gerek Hatem-i enbiyâ ve gerekse Hâtem-i evliyâ Âdem Aleyhisselâm halkedilmezden evvel halkedilmişlerdir. Onların nurunu o zaman koymuş, Resulullah Aleyhisselâm'a tâbi etmekle de yaklaştırmıştır.

"Evvelkilerin de tâbi olduğu kimse" olması, mâlumunuz olduğu üzere Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de evvelkilerin tâbi olduğu kimseydi.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Eğer Musa sağ olsaydı, bana uymaktan başka yol bulamazdı." (Ebu Dâvud)

Bu da böyledir, öyle murad etmiştir. O en büyük imamı var ettiği zaman ikinci bir imam olamaz. Bütün imamları bir imama bağlaması ile, ona biat edilmesini emretmiştir. Onun hikmetini O bilir.

Bu biat Âyet-i kerime'si ilâhî bir emir ve hükümdür. Bu hükme riâyet edenler Allah-u Teâlâ'nın emrine riâyet etmiş olur. Fakat bu emr-i İlâhî'ye uymayanlar Allah-u Teâlâ'nın emrine karşı gelmiş olur. İblis'in karşı geldiği gibi. Çünkü emir O'nundur, hüküm O'nundur.

Âyet-i kerime'sinde:

"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." buyuruyor. (A'râf: 54)

Gerçekten durum çok vahim amma siz farkında değilsiniz. O ki Allah-u Teâlâ'nın sevdiği ve seçtiği bir velisidir. Buna rağmen: "Ben onun elini kabul etmekle emrolundum." buyuruyor ve biat Âyet-i kerime'sini ileri sürüyor. El almaya tenezzül etmeyen nasipsizlere ne diyelim?

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Allah vaktiyle peygamberlerden kesin söz almıştı." (Âl-i imrân: 81)

Allah-u Teâlâ kendi Zât-ı sübhâni'si ile peygamberleri arasındaki bu ahdi kuvvetli bir misak olarak kaydetmiş, bu kesin sözü yeminle pekiştirmiştir.

"Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmet verdim. Sizde olan o kitap ve hikmeti tasdik edip doğrulayan bir peygamber gelecek." (Âl-i imrân: 81)

O zât-ı âlî, peygamberler zincirinin son halkasını teşkil edecek olan peygamber Muhammed Aleyhisselâm'dır.

"Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda bulunacaksınız." (Âl-i imrân: 81)

Allah-u Teâlâ bütün peygamberlerine kitap ve hikmet verirken, hepsinin böyle bir sözleşme ve anlaşmasını almıştı. Hepsi de kendilerini tasdik eden Muhammed Aleyhisselâm'a iman ve yardım için Allah-u Teâlâ'ya söz vermişlerdi.

"'Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti." (Âl-i imrân: 81)

Peygamberlerden misak alındığının belirtilmesi, onlara tâbi olan ümmetlerinden de alındığını gösterir.

"Onlar da: 'Kabul ettik.' demişlerdi." (Âl-i imrân: 81)

O Azîz peygamber'e iman ve yardım ile mükellef olduklarını itiraf ederek bu husustaki emr-i İlâhî'yi kabul ettiklerini söylediler. Onun üstünlüğünü, izzet, şeref ve meziyetini ümmetlerine tebliğ ettiler.

"Allah da: 'O halde şâhit olun, ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım.' buyurmuştu." (Âl-i imrân: 81)

Dikkat ederseniz Âl-i imrân sûre-i şerif'inin 81. Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere; Allah-u Teâlâ gönderdiği peygamberlerine Muhammed Aleyhisselâm'dan bahsetmiş, eğer onun zaman-ı saâdetlerine erişirlerse, mutlaka ona iman edip yardım edeceklerine dâir kesin söz almıştır. Vazifedar olduğu için, o söz ona da intikal eder, vekiline de şâmildir. Şu bir gerçektir ki bütün evliyâullah bütün güçleriyle yardım ediyorlar da kimse farkında değil.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Garipler"i bize "Sâlih" kimseler olarak tanıtmakta ve âhir zamanda geleceğini haber vermektedir.

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir.

Ne mutlu gariplere!" (Müslim)

"Garipler kimdir?" diye sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:

"Garipler o kimselerdir ki, halk tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler, öldürülmüş olan sünnetimi de ihyâ ederler." (Tirmizî)

Bu Hadis-i şerif'e bunlar da mazhar olduğu için aynı yolda birleşiyorlar. Bunlar o gariplerdir. O devir de garipti, bu devir de gariptir. "Ashâb" ile "İhvan" birleştiği gibi, mücadele hususunda da aynı noktada birleşiyorlar. Bu gariplik ânında nuru yaydıklarından ötürü bu fazilet veriliyor. Bu Hadis-i şerif bilhassa onlara işaret ediyor, ikinci bin seneden sonra bu mücahidlere bu ad veriliyor. Yeni doğar gibi doğuyorlar.

Bunun da sebebi Allah-u Teâlâ'nın bunlara Asr-ı saâdet hayatının benzerini yaşatması, din-i İslâm'ı bütün hükümleri ile ayakta tutmak için her türlü mücadele ve mücahedeyi yapmalarıdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:

"Garipler sayıları pek az olan sâlih kişilerdir. Bu kişiler sâlih olmayan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğz eden ise çoktur." (Ahmed bin Hanbel)

Bugün imanı muhafaza etmek çok zor, imandan kaymak çok kolaydır. Her an imandan kayma tehlikesi olduğu için onlara bu derece verilmektedir.

Dünya kurulalıdan beri İslâm için böyle bir tehlike gelmemişti.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 30 ziyaretçi (233 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol