islamilminfazileti
  HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (54)
 
HÂTEM-İ VELİ

Abdülgânî İsmâil en-Nablusî -kuddise sırruh-


HÂTEM-İ VELİ HAKKINDA
RESULULLAH -SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM- EFENDİMİZ’İN HADİS-İ ŞERİF’LERİ VE ONA VÂRİS OLAN VEKİLLERİNİN İFŞAATLARI (54)

 

Abdülgânî İsmâil en-Nablusî -kuddise sırruh-

 

 

Hayâtı ve Eserleri:

Tasavvuf tarihinin en seçkin sîmâlarından biri olan Abdülgânî en-Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri, 1640 milâdî yılında Şam’da dünyaya geldi. Asıl ismi Abdülgânî bin İsmâil’dir.

Çok küçük yaşlarda iken babasından Kur’ân öğrendi. Henüz on iki yaşında iken babası vefât etti ve yetim kaldı. İlim tahsiline büyük bir önem vererek, devrin önde gelen âlimlerinden fıkıh, tefsir, hadis, nahiv, beyan ve sarf ilimlerini öğrendi, bu ilimlerde icâzet almaya hak kazandı. Tasavvuf yoluna intisâb ederek, gerek Nakşî gerekse Kâdirî yolunun feyz ve kemâlâtından geniş bir biçimde istifâde etti.

Önceleri Emevî câmiinde halka vaaz ve nasihat vermekle meşgul olan Hazret, birdenbire bu hâlini terketti ve yedi sene kadar inzivâya çekilerek, halktan uzak bir hayat yaşadı. Bu dönemde Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri ile Afîfüddin Tlimsânî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin eserlerini tetkik etti; bu iki zâtın beyanlarından çok etkilendi.

Bütün ömrünü kitap yazmakla, hizmet ve irşadla geçiren Hazret, 1731 yılında Şam’da bulunduğu sıralarda, bir ikindi vakti ebedî âleme göç etti. Cenâzesine otuz binden fazla kimsenin katıldığı rivâyet edilmektedir.

Tasavvuf ehli arasında en çok kitap yazan zâtlardan olduğu bilinen Hazret’in, bâzı kaynaklarda belirtildiğine göre, iki yüze yakın eseri vardır. "es-Sulhü Beyne’l-İhvân fî Hükm-i İbâhetü Şirbü’d-Duhân", "Tahrîrü’l-Hâvî", "el-Hadîkatü’n-Ned’iyye", "Kenzü’l-Hakku’l-Mübîn", "Keşfü’n-Nûr an Ashâbü’l-Kubûr", "Vesâilü’t-Tahkîk", "el-Cevâbü’t-Tâm an Hakîkatü’l-Kelâm" ve "Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâtü’l-Fusûs" bu eserlerden sâdece birkaçıdır.

 

 

"Hâtemü’l-Velâye" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları

Şeyh Abdülgânî en-Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri, Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin "Fusûsu’l-Hikem" kitabı’ndaki müphem ve karmaşık meselelere, kısa fakat son derece mühim açıklamalar getirdiği "Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâtü’l-Fusûs" adlı eserinde; Hâtemü’l-velâye’nin hakikatini, velâyet mertebeleri arasındaki yerini ve ruhlara istimdâdının keyfiyetini beyân eden bâzı te’vil ve izahlara yer vermiştir.

 

Hâtemü’l-Velâye’nin Aslı Olan "Küllî Nûr"un Mâhiyeti:

Abdülgânî en-Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâtü’l-Fusûs" isimli eserinde; "Âdem henüz su ile toprak arasında iken ben peygamber idim." Hadis-i şerif’inin tefsir ve izâhını yaparken, mevzûnun bir noktasında, "Hâtemü’l-velâye" mevzusu ile ilgili en gizli sırlardan birisine temas ederek şöyle buyurmuştur:

"Bahsettiğimiz türlerden üçüncüsü olan Hâtemü’l-evliyâ da velî iken, Âdem henüz su ile toprak arasında idi. Çünkü o Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kademi üzerindedir. Zîrâ o, kendisine kayıtlanmış herhangi bir hâlin ve velîlerin tümünün kuşatabildiği herhangi bir makâmın değil, hepsini tümüyle kendisinde toplayan bu ‘Küllî Nûr’un bir şûlesidir.

Nitekim Allah-u Teâlâ;

‘Ey Yesrib ehli! Size duracak bir makam yok, dönün!’ buyruğuyla ona işâret etmiştir. (Ahzab: 13)

Yâni bütün hakîkatlerin çıkarılmasına sebep olan toplayıcı hakîkatinize (dönün) ki; bu, hakîkatlerin kendisinde toplandığı, Vâhidî hazîrenin de fevkindeki ‘Ehadiyyet’ hazîresidir.

Hâtemü’l-evliyâ’nın dışındaki velîler ise, ilmî ve amelî mücâhade ile, zâhirdeki ve bâtındaki velâyet şartlarını tahsil ettikten sonra velî olmuşlardır." ("Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâti’l-Fusûs"; Hâlet Efendi, no.: 264, 49a yaprağı)

 

Hâtemü’l-Evliyâ’nın Resul, Nebî ve Velîlere Olan Nisbeti:

Hâtemü’l-evliyâ’nın resuller, nebîler ve velîlerle olan kıyas ve mukâyesesini ise, Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’a nisbetle yaptığı şu değerlendirme ile beyân etmiştir:

"Takdim ettiğimiz gibi; gerek umûmî, gerekse has mânâsıyla risâlet velâyeti velîsi olduğu velâyeti yönünden, Hâtemü’r-rüsul’ün resullerden olan velîlerin tümüne nisbeti; enbiyâ ve resul’lerin -aleyhimüsselâm- kendisine olan nisbetinin bir timsâli olan, onların üzerlerindekinin de ziyâdesi kendisine verilen Hâtemü’l-velâye’nin, bütün velîlere ve resullere olan nisbeti gibidir." ("Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâti’l-Fusûs"; Hâlet Efendi, no.: 264, 49b yaprağı)

 

Velâyet’ten de Ziyâdesi:

Abdülgânî en-Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ’nın, Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’a tevdî edilen zâhirî ilimlerin ve bâtınî keşiflerin tümünü, bâtınında gizli bulunan Hakk’tan vâsıtasız olarak elde ettiğini ve bu ilâhî lütuf sebebiyle onun, velâyetten daha da ileri bir noktaya eriştiğini beyân buyurmuştur:

"Enbiyâ ve Mürselîn Aleyhimüsselâm’dan başkasının, yâni nübüvvet velâyeti ve risâlet velâyetinin değil, îmân velâyetinin Hâtem’i olan Hâtemü’l-evliyâ; zulmânî harflerle ve lâfzî kelimelerle edâ edilen zâhirî ilimler ve nûrlu rûhânî harflerle ve kelimelerle dahî edâ edilemeyen bâtınî sırlar ve keşifler için, zâhirde peygamberlerin Hâtem’i olan Hâtemü’r-rüsul’e, zikri geçen ahlâktan ibâret olan tüm velâyet şartlarını kuşatmaksızın vâris olan velîdir. O kendilerinde herhangi bir haslet bulunmaksızın gökteki parlak yıldızları müşâhade eden arz ehli gibi; nebevî mertebeleri ve resûlî etvârı müşâhade ederek, bunların tümünü bâtın cihetinden, Hakku’l-hakîkî olan asıldan elde eder.

Bunun içindir ki Peygamber Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

‘Şüphesiz ki peygamberler mîras olarak dirhem ve dinar değil, ancak ilim bırakmışlardır. Kim onu alırsa en bol hisseyi elde etmiş olur.’

Nübüvvet ilmi ve risâlet ilmiyle, velâyet’ten daha da ziyâdesi murâd edilmiştir." ("Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâti’l-Fusûs"; Hâlet Efendi, no.: 264, 50a yaprağı)

 

Hâtemü’l-Evliyâ’nın, Bütün Ruhların İlimlerine Madde Olan Rûhu:

Hazret, "Cevâhirü’n-Nusûs"un başka bir noktasında ise; Şit Aleyhisselâm’ın kendi ilmini taşıyanlara yaptığı istimdâttan, velilerin sonuncusu olan Hâtemü’l-evliyâ’yı istisnâ ederek şöyle buyurmuştur:

"Risâlet velâyeti, nübüvvet velâyeti ya da imân velâyeti husûsunda evliyânın Hâtem’i olan insanın rûhu bundan müstesnâdır. Zîrâ bu işte onun ilmî maddesi, mutlak kâmillerin ruhları arasındaki herhangi bir ruh vâsıta olmaksızın; ancak bir olan Allah-u Teâlâ’nın katından gelir. Allah-u Teâlâ kendisine minnet edilmekten berî olduğu için onlar da onu, Allah-u Teâlâ’nın onda kendi tarafından meydana getirdiği şeyin ‘ayn’ından keşfederler. Belki de onun Hakk Teâlâ tarafından, kendisinden vâsıtasız olarak istimdâd ettirici kılınan bu rûhu; kendi velâyet cinsinin içine dâhil olan tüm ruhların ilmî maddesi olur." ("Cevâhirü’n-Nusûs fî Hall-i Kelimâti’l-Fusûs"; Hâlet Efendi, no.: 264, 53b yaprağı)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 52 ziyaretçi (364 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol