islamilminfazileti
  Allah-u Teâlâ’nın Sevgilileri’nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (21) Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- (10) Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn-i İbnü’l-Arâbî -kuddise
 
HÂTEM-I VELI

Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- (10)


Allah-u Teâlâ’nın Sevgilileri’nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (21)

 

Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî
-kuddise sırruh- (10)

Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn-i İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makam ve mertebesini, Allah katındaki ulviyyetini ve Evliyâullah Hazerâtı arasındaki yüce mevkiini beyân etmek için “Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib” isminde bir eser yazdığı malûmunuzdur.

Bu eserinin bir noktasında buyurur ki:

“Ben sona erdirme ve sıdk imamlığına oturmuş bir şekilde Allah velîlerinin Hatm’ini hakkıyla gördüm. O’nun hudutlanmış olan sırrı benden kaldırıldı. Ben onun elini kabul etmekle emrolundum. O’nun Sıddîk ve sıddîkların en sâdığından aşağıda bulunan Fârûk’a karşı çok mütevâzî olduğunu gördüm.” (“Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 14a-14b)

Allah-u Teâlâ Habîb-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine bahşettiği lütufları akıttığı için, O hâl ile hallendirdiği için, öyle tecellî görmüşler. Yani bu bir tecelliyât-ı İlâhî’dir!..

Allah-u Teâlâ’ya sonsuz şükürler olsun ki, bu fakîre bunu sevdirmiş; Var ile övünüyorum, varlığımdan utanıyorum! Utandığım için de onu ifnâ ediyorum, Hazret-i Allah’ı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı seviyorum. Yâni onların karşısında herhangi bir gölge dahî olmayacak. İşte bunu bu zât-ı muhteremler ezelden görmüşler; siz şimdi işitmiş, ifnânın mânâsını şimdi çözmüş oluyorsunuz! Allah-u Teâlâ bu hâli yaşatmasa bu bilinir veya söylenir mi?

Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Onun tevâzusu bütün peygamberlerden fazla olduğundan, yerinde olarak ona Hâtemü’l-evliyâ denilir.” (“Ma’ârif”, s. 143)

Şu hususu kesin olarak ifşâ edeyim ki; ne bulduysam aşağıda buldum, yukarıda hiçbir şey bulamadım. Bu gibi durumlar iç hâlleridir, kâl işi değildir. Bunlar İlâhî birer lütuftur!..

 

“O’nun elini kabul etmekle emrolunması“nın mânâ ve hikmetini ise şöyle açıklıyor:

“Hakk Teâlâ en büyük imamı vâretiği vakit, evvelkilerin de tâbî olduğu kimse olur.

Nitekim şöyle buyurmuştur:

‘Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların eli üzerindedir.’ (Fetih: 10)

Bu makâma büyük seçkin Peygamber’den sonra, Hatmü’l-evliyâ’dan başkası erişemez!” (“Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 46b)

Bunun da hikmeti; gerek Hâtem-i enbiyâ ve gerekse Hâtem-i evliyâ Âdem Aleyhisselâm halkedilmezden evvel halkedilmiştir. Onların “Nûr”unu o zaman koymuş, Resulullah Aleyhisselâm’a tâbî etmekle de yaklaştırmıştır.

Onun elini kabul etmekle emrolunmasının mânâsı: “Allah-u Teâlâ bana emretti, bağlandım, siz de bağlanın!” demektir.

Onun el alması demek, aynı zamanda bütün Ekberiye tarikatının el alması demektir.

O ki, onun elini kabul etmekle emrolunduğunu beyan buyurursa, artık gerçeği siz de buradan anlayın ve duyacağınız incelikler karşısında dimağınızı çalıştırmayın. Burada ilim ve akıl çalışmaz. Zira bu zât-ı âlîye “Şeyhü’l-ekber” denilmektedir. Bu ilâhî bir ihsandır, bir lütuftur, mahlûka âit değildir. O murad ettiğini yapar.

“Evvelkilerin de tâbi olduğu kimse” olması, mâlumunuz olduğu üzere Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de evvelkilerin tâbi olduğu kimseydi.

Bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Eğer Musa sağ olsaydı, bana uymaktan başka yol bulamazdı.” (Ebû Dâvud)

Bu da böyledir, öyle murâd etmiştir. O, en büyük imamı vârettiği zaman ikinci bir imam olamaz! Bütün imamları bir imama bağlaması ile, ona biat edilmesini emretmiştir. Onun hikmetini O bilir.

Bu biat Âyet-i kerîme’si, ilâhî bir emir ve hükümdür. Bu hükme riâyet edenler, Allah-u Teâlâ’nın emrine riâyet etmiş olur. Fakat bu emr-i ilâhî’ye uymayanlar, Allah-u Teâlâ’nın emrine karşı gelmiş olur. İblis’in karşı geldiği gibi. Çünkü emir O’nundur, hüküm O’nundur!

Âyet-i kerîme’sinde:

“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur!” buyuruyor. (A’râf: 54)

Gerçekten durum çok vahim amma, siz farkında değilsiniz! O ki, Allah-u Teala’nın sevdiği ve seçtiği bir velisidir; buna rağmen: “Ben onun elini kabul etmekle emrolundum!” buyuruyor ve biat Âyet-i kerîme’sini ileri sürüyor.

Yâfi’î -kuddise sırruh- Hazretleri “Ravdü’r-Riyâhîn” isimli eserinde buyurur ki:

“Birtakımları da zamanında yaşayan evliyâyı tasdîk eder, amma esas kaynak olan tek zâtı tasdik etmez. Böylesi, ilâhî yardımlardan mahrumdur. O kaynak zâta teslim olmayan, ebedî hiç kimseden mânevî yardım göremez. Çünkü her şey ona bağlıdır.” (İmâm-ı Şa’rânî, “Tabâkatü’l-Kübrâ”, c. 1, s. 46)

Velîlerin “Şeyhü’l-Ekber”ine Allah-u Teâlâ onu o kadar açık ve net bildirmişti ki, onun hiçbir tahsîli olmadığı, hiçbir kimseden tek bir harf öğrenmediği hâlde bu Hâtem-i velâyet’e eriştirileceğini biliyordu.

Bunu öğrenmek için onun şu sözlerine kulak vermek yeterlidir:

“Allah seni kelimeleriyle teyid etsin, hikmetlerinin bilgisini sana versin ve öncülük sırrını sana açıklasın!

Bil ki Hatm, velâyet bayrağının taşıyıcısı ve makâmın ve gâyenin nihâyeti olur. Nitekim o, hiç bilmezken ‘Hatm’ oldu ve cesedlenmiş bir rûhâniyyet ve müteaddit bir ferdâniyyet içinde, dilemeksizin ve tasarruf etmeksizin iş onda vâroldu.” (“Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 51b)

Hazret aynı eserin son sayfalarında da onun yüce vasıflarını zikretmiş ve Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-in dahi onun bayrağı altında bulunacağını haber vermiştir:

“Bil ki Allah-u Teâlâ, mükerrem ve büyüklerin kendisine tâbi olduğu bu Hatem’i, velayet bayrağının ve mührünün taşıyıcısı, cemaatin ve hikmet ehlinin imamı yapmıştır.”

“Hiç şüphe yok ki Sıddık-ı Ekber dahi onun bayrağı altındadır ve Peygamber’imiz nasıl ki enbiyânın seyyidi ise, o da evliyânın seyyididir.” (“Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 52a-54b)

Burada bir dikkat emri var. Bizim anlayacağımız, çözeceğimiz bir mesele değil; mahlûka âit olmayıp Hâlık’a âit olan işler... Bunun sırrını ancak âhirette göreceksiniz, bunun sırrı ancak ahirette belli olur. Dünyada ne belli olur, ne anlaşılır, ne de söylenir. Bu noktayı Mevlâ kapamış. Yalnız Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri ve diğer zâtlar açmışlar.

Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici husûsiyetlerini tespit etmek için yazdığı “Ankâ’-i Muğrib fi Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’” adlı kitabındaki ifâdesine göre;

“Tıpkı resûl ve nebîlerin diliyle söylediği gibi; Allah, kullarına Hakk’ı onun diliyle söyler.” (s. 73)

O tasarruf ederse, içinde O olursa, onun ağzına Allah kelâmını koyar, o da söyler; O’nun diliyle konuşur. İlâhî lütuf olmadıkça mahlûktan hiçbir şey husûle gelmez!..

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

 


 
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı 50 ziyaretçi (325 klik) Hoşgeldiniz  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol